DünyaGüncel

YORUM | İsveç tarihine kısa bir bakış!

"İsveç'te 202 yıllık kraliyet geçmişi olan aile, İsveç işçi sınıfının vergileriyle geçiniyor, üstelik yüzlerce milyon Kronluk gelirle. Politikanız ve ideolojiniz her bakımdan sıkıntılı ama, göçmenlere dair yönelttiğiniz okları öncelikle o çok sevdiğiniz kralınıza ve ailesine yöneltmenizi tavsiye ederiz (!)"

1808-1809 İsveç-Rusya İmparatorluğu arasında gerçekleşen savaşın yenilgiye uğramasından sonra “tek adam” düşüncesi ciddi anlamda eleştirilmeye başlandı ve yenilginin tek suçlusu olarak kral Gustav IV. Adolf’a işaret edildi.

Bunun üzerine 1809’un 13 Mart’ında gerçekleştirilen darbeyle (bu olay demokratik devrim olarak anılır) tutuklanan bahtsız İsveç kralının yerine amcası Dük Karl geçici olarak ülkeyi yönetmesi için yeğeninin yerine yönetimi eline aldı.

Aynı yılın 6 Haziran’ında ise resmî olarak XIII. Karl ünvanıyla İsveç kralı olarak ilân edildi ve 1818 yılına kadar ülkeyi yönetti. XIII. Karl’ın tahta oturmasıyla birlikte yeni yönetim yasası da yürürlüğe girmiş oldu ve böylece krala kabineyi ve yüksek konumlu memurları seçme, yönetimsel ve ekonomik kararlar alma gibi haklar tanındı. Tek adamlığı önleyebilmek için ise kralın alacağı kararların meclis tarafından onaylanması gerektiği şartı getirildi. Kanunların düzenlenmesi hakkı kral ve meclis arasında bölüştürüldü. Meclis uzun süre kralın kolayca manipüle edilebilmesine olanak sağlıyordu. Sırasıyla 1823, 1834, 1858 ve 1866 yıllarında çeşitli reformlar yapılsa da konu bağlamında temelde bir değişiklik söz konusu olmadı.

1859-1872 yılları arasında XV. Karl yönetimi altında siyasilerce parlamentarizmin etkisiyle meclisin önemine ve bağımsızlığına istek çoğaldı. Bu duruma karşı 1872-1907 yılları arasında ülkeyi yöneten II. Oskar, devlet organlarının parti çıkarlarından üstün olması gerektiği düşüncesiyle mücadele etmekten geri durmadı.

Birliğin (İsveç-Norveç Birliği) 1905 yılında dağılması üzerine, savaş veya barış içinde gerçekleşip gerçekleşmeyeceği konusunu görüşmek için ilk kez parlamenter birleşik hükümet görüşmesi gerçekleşti. Bu gelişmelere rağmen 1907-1950 yıllarında krallık yapan V. Gustav, parlamentarist gelişmelere karşı sağın da desteğiyle ciddi mücadele yürüttü.

1914 yılında monarşi ve meclis arasında ciddi sorunlara ve bir dönüm noktasına neden olacak siyasi kriz patlak verdi. Binlerce insanın önünde konuşma yapan İsveç kralı V. Gustav, yaklaşan dünya savaşı tehlikesi nedeniyle askerî üniformasıyla kitlelere ülkenin savaşa hazırlanması gerektiğine dair konuşma yapınca konu hakkında zaten çelişki içinde olan iki taraf arasından meclis anında istifa etti ve Hjalmar Hammarsköld yeni başbakan seçilerek bu görevi 1917 yılına kadar yürüttü.

Monarşinin adım adım güç ve otorite kaybetmesi özü itibariyle 1859-1917 yılları arasında yavaş ilerleyen bir süreçle gerçekleşmiş gözükse de bu süreç 1917 yılında durakladı.

1917 yılında dünyayı kasıp kavuran Ekim Devrimi, İsveç’i de sarmıştı. Politize olmuş, Ekim Devrimi’yle umutlanmış yığınların, yoksulluğun ve açlığın da etkisiyle harekete geçmesi ciddi ayaklanmalara ve mitinglere neden oluyordu. Bu dönemde İsveç kralı yaklaşan devrim korkusu nedeniyle gizlice Almanya’ya kaçış planı hazırlamış ve her an kaçmak için hazır bekliyordu.

Dönemin komünist partisi (1917’deki adıyla İsveç Sosyal Demokrat Sol Parti, 1922’deki adıyla İKP) tarafından harekete geçirilen kitleler iktidar bilinci ve amacıyla örgütleniyordu. Set Persson ve Kızıl Frans gibi komünist önderlerin varlığı iktidarı ciddi anlamda zorluyordu. Ekim Devrimi öncesinde Şubat Devrimi’nden etkilenen kitleler, nisan ayında 10 gün boyunca tüm ülkede 240-250 bin civarında bir katılımla açlık mitinglerinde yer alıyordu.

Yine aynı tarihlerde askeri birliklerde de, başta İsveç’in o dönem en büyük garnizonu dahil, çeşitli yemek boykotları örgütlenmişti.

Böylesi bir süreçte iktidar bilinciyle hareket eden ve ona yakın olan bir komünist parti somutu, dönemin burjuva partilerini ve aristrokrasiyi de tedirgin ediyordu. Devrimci süreç 1940’ların sonuna dek sürmüş olsa da gücünü geliştiremedi ve 1970’lerde atılım gerçekleştirdiyse de eski gücüne ulaşamadı.

1917 ve 1922 yılları arasında genel seçme ve seçilme hakkıyla ilgili, parlamentarizme dair çeşitli gelişme ve reformlar başgösterdi. Bu dönemde henüz yeni reformistleşen Sosyal Demokrat İşçi Partisi, komünistlerle bir görüşme gerçekleşir.

İsveç tarihinde, genel seçme ve seçilme hakkıyla ilgili övgüyle anlatılan tarihte, bahsini edeceğimiz konu bugün dahil ustalıkla ve özenle gizleniyor. Sosyal demokratlarca toplantıya çağrılan dönemin komünist önderleri, genel seçme ve seçilme hakkı veya monarşinin kaldırılmasına dair görüş belirttiler. Toplantı, her iki konuda uzlaşı sağlasa da konu daha çok hangisine öncelik verileceği ve hangisinin taktik olarak daha yararlı olacağı üzerine yoğunlaşıyordu.

Diğer irili ufaklı konulara ise pek yer verilmemişti. Toplantının sonucunda monarşinin acil olarak kaldırılması ve parlamenter sisteme geçilmesi kararlaştırılmıştı. Toplantının ardından, sosyal demokratlar bu kez muhafazakar-liberal kanatla bir görüşme gerçekleştirdiler. Bu görüşmede komünistlerle ittifak kurduklarını, monarşiyi devireceklerini belirterek genel seçme ve seçilme hakkı için monarşinin devrilmesini bir tehdit unsuru olarak kullanarak anlaşma yoluna gitmeye çalıştılar. Telaşlanan burjuvazi, monarşinin korunması ve parlamenter monarşik yapının oluşturulması sözüyle genel seçme ve seçilme hakkına destek vereceklerinin sözünü verdiler. Böylece dünya komünist hareketinin sıkça tecrübe edeceği sosyal demokrat ihanet oyunlarıyla İsveç komünistleri de tanışmış oldu.

Böylece 1917-1920 arasında cereyan eden bu süreç, 1922 yılında komünistler saf dışı bırakılarak sosyal demokrat-liberal bir hükümetin kurulmasıyla son buldu. Eşit genel seçme ve seçilme hakkı kararı meclis tarafından 1918 yılının kış aylarında alındıysa da bu karar ancak 1922 yılına kadar çeşitli prosedürler bahane edilerek gerçekleştirilememişti. Parlamenter monarşi veya meşrutiyet olarak da tanımlanan bu yönetim düzeninde tüm siyasi ve ekonomik kararların hakları meclise verildi, kral ve kraliyetin sembolik bir değeri dışında siyasi bir konumu kalmadı.

Geleneksel Noel konuşması için İsveç kralı Karl XVI. Gustaf, devlet televizyonu SVT’de katıldığı bir programda Covid-19 ile ilgili sorulan bir soru üzerine görüşlerini belirtti. Tedbirsizliği ve yetersizliği ile zaten eleştirilen hükümetin, salgınla mücadelede başarısız olduğunu belirterek tepki topladı. Duygusal ifadeler kullanmış olan kralın, özünde politik bir duruş sergilediği çeşitli liberal burjuva eleştirmenlerce eleştirildi.

Oysa ki biz kralın İsveç politikasında tarafsız olmadığını, siyasi olarak kapı ardında kraliyetin çıkarları doğrultusunda hareket ettiğini biliyoruz. Meclisin açılışlarında açılış konuşmaları yapması, ulusal ve uluslararası büyük iş insanlarıyla yaptığı görüşmeler, dışişleri konseyi başkanlığı vd. görevleriyle siyasi yaşamdan uzak olmadığı çok basit bir şekilde görülüyor. Her yıl yüz milyonlarca İsveç Kronu kraliyete tahsis ediliyor. Böylesi bir durumda kralın politik bir açıklamada bulunmasıyla birlikte onu politik tutum belirlemekle eleştirmek ancak gönül eğlendirir!

İsveç’te bulunan komünistler açısından sorunun muhatabı ve çözümü belli. Her ne kadar İsveç’teki kendine komünist diyen partiler birer cümleyle programlarında monarşinin devrilmesi gerektiğini belirttiyse de pratik mücadelelerinde monarşiye karşı aktif bir tutum söz konusu değil. Oysa ki, nasıl Türkiye ve T. Kürdistanı’nda komünistleşmenin önünde bir Kemalizm engeli duruyorsa, İsveç’te de

komünistleşmenin önünde adı ve işlevi ne olursa olsun bir monarşi duruyor.

Monarşiye karşı yürütülmeyen devrimci mücadele, özünde, burjuva parlamenter düzene de yönelemez! Devrimci dalganın iktidarda somutlaşması durumunda monarşi, bugünkü konumunun çok ötesinde aktif karşı-devrimci bir eylemselliğin her boyutuyla komünistlerin karşısına dikilecektir. Bu durum kavranmadığı sürece, devrimin başarıya ulaşması düşünülemez. Feodal kalıntının ve feodalizmin önemli sembollerinden olan krallığın devrilmeyişi, emperyalist bir ülke olan İsveç’in burjuva demokratik tarihinde bir kara leke olarak kalacaktır. Bu nedenlerle, günümüzde Maocuların birliğiyle somutlaşacak olan sürecin partileşmesi durumunda, devletin tüm organlarına karşı yürütülecek mücadelenin programında monarşiye karşı yürütülecek mücadelenin de yer alması can alıcı konuların başında gelmeli.

Yazımızı sonlandırırken İsveçli ırkçılara yaptığımız hatırlatmayı aktaralım; İsveç kralı ve ailesi, Fransız bir soylu ailesi olan Bonaparte Hanedanı’nın bir üyesi ve hanedanlık armasında mavi-sarı İsveç bayrağı renkleri değil, mavi-beyaz-kırmızı Fransız bayrağının renkleri mevcut.

İsveç’te 202 yıllık kraliyet geçmişi olan aile, İsveç işçi sınıfının vergileriyle geçiniyor, üstelik yüzlerce milyon Kronluk gelirle. Politikanız ve ideolojiniz her bakımdan sıkıntılı ama, göçmenlere dair yönelttiğiniz okları öncelikle o çok sevdiğiniz kralınıza ve ailesine yöneltmenizi tavsiye ederiz (!)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu