Makaleler

Onların dini: Para, zulüm, katliam!

Ramazan ayı ile birlikte sosyal medya üzerinden Çin hükümetinin özellikle Sincan Özerk Bölgesi’nde Müslümanların oruç tutmasını yasakladığı ve işkence yaptığına dair paylaşımlar yayımlanmaya başladı. 

Paylaşımların doğru olup olmadığına dair birçok söylentiyle yaygınlaşan fotoğrafların bir kısmının filmlerde temsili olarak çekildiği, bir kısmının resim olarak yayımlandığı ve bazılarının da Çin’in başka bölgelerinde polisin eylemcilere yönelik yaptığı saldırılarda çekilen resimler olduğu anlaşılırken Anadolu Ajansı da bölgede bir araştırma yaptığını ve Çin’in Uygur Türkleri’nin oruç tutmasına ve ibadet etmesine izin vermediği iddialarıyla ilgili somut bir kanıt bulunmadığını belirtti.
Olay
ın doğru olup olmaması bir kenara Türkiye’deki yansımaları oldukça dikkat çekici “eylem” tarzlarına sebep oldu. MHP ile yakından ilişkisi olduğu bilinen Ülkü Ocakları adlı faşist oluşum, pek çok ilde trajikomik denilebilecek saldırılara imza attı. Çinli sanarak Güney Koreli turist grubuna saldırılardan Çin Devrimi’nin önderlerinden Mao Zedung’un kuklasını yakmaya, hatta bir Uygur Türkü’ne saldırmaya kadar giden saldırılarla iş çığırından çıkarken MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin, Sultanahmet Meydanı’nda Güney Korelilerin dövülmesine ilişkin, “İkisi de çekik göz; Çinli ile Koreliyi nasıl ayırt edeceksin” şeklindeki bir nevi “bulduğunuz her çekik gözlüye saldırın” yorumunda bulunması saldırıların gayet organize bir şekilde ilerlediğini açığa çıkardı.

Çin “sütten ç
ıkma ak kaşık” mı?
Olay akışı bu şekilde gerçekleşirken öncelikle şunu belirtmek gerekiyor ki; paylaşımların doğru çıkmaması Çin’in “sütten çıkma ak kaşık” olduğunu göstermiyor. Çin devleti, modern revizyonizmin gelişim göstermesi ile birlikte Çin sınırları içerisindeki yaşayan azınlıklara yönelik baskıları artırmış durumda ve antidemokratik uygulamaların hem etnik gruplara hem de sosyal gruplara yönelik gerçekleştirildiğine dair uluslararası alanda paylaşılan çok sayıda bilgi ve belge söz konusu.
Halihazırda Çin’in Uygurlara ayrımcılık ve asimilasyon uyguladığını ve topraklarını sömürdüğünü görmek gerekir.  Bu bakımdan Sincan Bölgesi’nde Uygur Türkleri’ne yönelik politikaların sertleştiğini söylemek de yanlış olmayacaktır. Çin yönetimi kendisini hangi politik kimlikle tanımlarsa tanımlasın uyguladığı asimilasyon politikalarını eleştirmek bir sorumluluktur. Ancak bu politik kimliğin de sosyalizmle uzaktan yakından bir bağlantısı olmadığı da açıktır.
Mao Zedung önderliğindeki 1949 Çin Devrimi ile birlikte kurulan Çin Halk Cumhuriyeti’nde, Mao Zedung’un ölümü ile birlikte modern revizyonizm gelişim göstermeye başlamıştır; beraberinde ülkede kapitalizmin hakim olduğunu söylemek mümkündür. Açıktır ki Çin’in politikaları ve uygulamalarını “komünizm” olarak niteleyenler ülkenin gerçekliğini bilmediklerinden değil, buradan doğru da MLM’ye saldırmayı hedeflemektedirler; anti-komünist propagandayı böylece güçlendirmektedirler.

Bir elman
ın iki yarısı: AKP-MHP
Tam da Ramazan ayı itibari ile yaygınlaşan bu paylaşımlar TC’nin şovenizm gerçekliğine hizmet etti-ediyor. Tek din-dil-ulus üzerinden kendisini var eden TC, bu tekçi anlayışı sürdürmek üzere Gezi İsyanı, Rojava süreci, Kobanê Serhildanı ve 7 Haziran Genel Seçimleri ile kitleler nezdinde kırılan şovenizmi onarmaya çalışıyor.
Gezi İsyanı’nda muhalif her kesimin bir araya gelişi ve beraberinde faşizmin en kanlı yüzünün geniş kitlelere temas etmesi ile beraber ülkenin batısından doğusuna toplumsal bir muhalefet yükselirken; Lice’de kalekollara karşı direniş sırasında Medeni Yıldırım’ın katledilmesinin ardından “Gezi ruhu” şovenizmin kırılmasını hızlandırdı. Gezi İsyanı ile birlikte başlayan bu kırılma, Rojava’ya yönelik TC-DAİŞ işbirliği ile gerçekleşen katliam ve saldırılarla beraber ivme kazandı; 7 Haziran Genel Seçimleri’nde HDP’nin izlediği politik hat, TC’nin tekçi anlayışına karşı önemli bir adım oldu. Kürt Ulusal Hareketi’nin kuruluşu ve sonrasında etkili olduğu HDP’nin %13’lük başarısı ile bahsettiğimiz gerçeklik kendini somutta da gösterdi.
TC’nin temellerini üzerine kurduğu tekçi anlayışın yavaştan sarsılması ile birlikte sistem, var olan politikaları ekseninden sapmayarak sadece yeni hatlar örmüş ve dini muhafazakarlık üzerinden Ramazan ayında halkı harekete geçirmenin oldukça kolay olduğunu bilerek halkın inançlarını kendisine araç edinmiştir. Kuşkusuz bu yeni hat, ezilenler nezdinde boşa çıktığı takdirde sistem başka söylemleriyle de saldırmaya devam edecektir.
Diğer yandan bu süreçte MHP’nin bu kadar ön plana çıkması da dikkat çekicidir. Saldırıların MHP’li faşist güruhlarca gerçekleştirilmiş olması, Bahçeli’nin söylemleri ile beraber sistemin, politikalarını uygulama noktasında AKP’ye yüklediği rolün bir kısmını MHP’ye bölüştürdüğü açıktır. Nitekim “Çözüm Süreci” de aynı gerçekliğe sahiptir.
Özellikle Genel Seçimler öncesi ve sonrasında süreç nedeniyle AKP’nin Kürt ulusuna yönelik inişli-çıkışlı söylemlerinin (dikkat çekmekte fayda var, sadece söylemler inişli çıkışlı. Pratikler ise aynı ivmeyle devam etmiştir) eksik bıraktığı tarafları bir elmanın ikinci yarısı misali MHP tamamlamıştır-tamamlamaya devam ediyor. HDP’nin barajı geçmesi ve üstelik de MHP’yle eşit sayıda milletvekili çıkarmasıyla sarsılan AKP ve MHP’nin tam da şimdi, erken seçim olasılıkları öngörüsüyle böyle bir kampanyaya ihtiyaç duyması şaşırtıcı değildir.

“Tencere dibin kara seninki benden kara”
Uygur Türkleri sorununun ortaya konulma biçimini, halka zulümde s
ınır tanımayan Erdoğan’ın “Ey Esed, halkına zulüm etme” söylemine benzetebiliriz. Baskı, asimilasyon, işkence, katliam, medya sansürü gibi konular üzerinden eleştiri sunan TC, kendi politika ve pratikleri üzerinden hafıza kaybına uğramış gibi davranıyor. Doğu Türkistan’da yaşanan vahşete Türklük ve İslam adına karşı çıkanlar, yaşadığımız topraklar üzerinde yine İslam adına gerçekleştirilen katliamların (Sivas, Maraş, Çorum vb.) sorumlusudurlar. DAİŞ çeteleri ile işbirliği yapan TC, Müslümanların “soykırım”a tâbi tutulduğundan bahsederken Ortadoğu’daki katliamların ortaklığını yapmaya devam ediyor.
Unutmamak gerekir ki TC’nin dine yaklaşımındaki ikiyüzlülüğü ise çok yakın bir tarihte bir kez daha kendini ortaya koydu. Ramazan ayının ilk haftasında Kobanê’de DAİŞ çetelerinin sahur vakti gerçekleştirdiği bölgedeki ikinci büyük katliamında, DAİŞ çetelerinin bölgeye sızmasını sağladı.
AKP’nin 6,5 milyon liralık iftar sofrasından DAİŞ çetelerinin tam da Ramazan ayında Kobanê’de katliam yapmasında işbirlikçi olmasına Uygur Türkleri olayına yaklaşımındaki samimiyetsizliği açıktır. TC bir kez daha göstermiştir ve sık sık hatırlamakta fayda var; egemenlerin dini, para, zulüm ve katliamdır!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu