EmekGüncel

SÖYLEŞİ | “Eğitimde Sürekli Değişen Bir Yöntem Uygulanıyor!”

"Biat eden bir toplum uğraşısı var. Ama biz, öğretmenlerin biat etmeyeceklerini biliyoruz. Hangi düşüncede olursa olsun öğretmenler, en nihayetinde bu topluma dayanışmayı, sorgulamayı, bilginin esas alınması gerektiğini öğretenlerdir."

İstanbul Eğitim-Sen 3 No’lu Şube Başkanı Ayfer Koçak ile Öğretmen Meslek Kanunu’nun eğitim sistemine etkilerini konuştuk. Koçak, kanun kapsamında Eğitim-Sen’in çalışmalarını, kanunun öğretmenlere dönük etkileri ve öğretmenlerin ekonomik krizde karşı karşıya kaldığı sorunları anlattı.

– Öğretmenlik meslek kanunu ilk ne zaman ve nasıl bir amaçla gündeme geldi? AKP-MHP iktidarı bu kanunla esas olarak neyi hedefliyor?

– İlk gündeme gelişi 2004’tür. 2004’te öğretmenlik meslek kanunu tanımlaması hiç yoktu ama “kariyer basamakları”, “uzman öğretmen”, “başöğretmen” tartışmaları başlamıştı. Bunun da başlangıcı toplam kalite yönetimi şeklinde bize yansıdı.

MEB, 2001 itibariye okullarda toplam kalite yönetimi uygulamaları başlatmak gibi bir uğraşı içerisine girdi. O zaman öğrenciler ve veliler ilk geldiğinde “müşteri” olarak tanımlanıyordu. Tam bir ticarethane mantığı yani. Orada hiçbir değişiklik yapılmadan, bir fabrikadaki toplam kalite yönetimi çalışmasını birebir okullara uydurma çalışması vardı. Ondan kısa bir süre sonra yani toplam kalite yönetim çalışmalarının başladığı döneme çok uzak olmayan bir dönemde performansla beraber –performans dediğimiz şey toplam kalite yönetimi içerisindeydi– uzman öğretmenlik sınavı gündeme geldi. 2004-2005 döneminde bu sınav süreci yürütüldü. Fakat o dönem, Anayasa Mahkemesi’ne yapmış olduğumuz başvuruyla yürütme durduruldu. Fakat Anayasa Mahkemesi’nin almış olduğu karar, geçmişe dönük işletilemediği için sınava girmiş ve kazanmış olanlar uzman öğretmenliği almış olarak tanımlandı. O günden sonra da bugüne kadar uzman öğretmenlik, başöğretmenlik sınavı gerçekleştirilmedi.

– İktidar, eğitim sistemine yönelik politikalarla ne yapmak istiyor?

– MEB hiçbir değerlendirmesinde oluşabilecek olan sonuçlarla ilgili bir değerlendirme yapmıyor. Başından itibaren bunun olumlu yönlerini ifade ediyor. Öğretmenlik Meslek Kanunu’yla, 2004’te ortaya çıkartılan sınavı çok aynı yerde tutmamak gerekir belki. Çünkü o dönem sadece sınav gündemi vardı, uzman öğretmenlik, başöğretmenlik meselesi getirilmişti bizim karşımıza. Performans merkezli giden bir süreçti. Bugün “Öğretmenlik Meslek Kanunu” adı altında bu getiriliyor. Burada daha tehlikeli olan bir şey var; biz öğretmenler olarak bir öğretmenlik meslek kanunu olması gerektiğine inanıyoruz zaten. Ve yıllardır talebimiz olarak bunu ifade de ediyoruz.

“Öğretmenlik Meslek Kanunu” olmalı ancak Türkiye’nin de imzacısı olmuş olduğu öğretmenlik statü belgesine dayanarak gerçekleştirilmeli. Çünkü uluslararası alanda düzenlenmiş olan UNESCO’nun kabul etmiş olduğu öğretmenlik statü belgesi, öğretmenlerin birçok sorununu açığa çıkartan ve çözüm oluşturulmasını noktasında öneriler içeren bir belgedir. Ve o belgede öğretmelerin istihdamından tutun da eğitim süreçleri, hizmet içi eğitim süreçleri, barınma ve ulaşım meseleleri gibi birçok alan işin içerinde tanımlanmıştır. Bu sorunlar tanımlanmıştır ve bunlarla ilgili öneriler de gelişmiştir.

Fakat bugün Türkiye’de çıkartılan “Öğretmenlik Meslek Kanunu”nda öğretmelerin gerçek sorunlarıyla ilgili en ufak bir değerlendirme yok. Eğitim sorunlarıyla ilgili bir değerlendirme yok. Sadece eğitimi, eğitimde yaşanan bütün sorunları öğretmen merkezli tanımlama ve yaşanan bütün sorunları öğretmenlerin üzerine, omuzlarına yükleyerek bir öğretmeleri ayrıştırma üzerinden şekillenen bir çalışma var. Öncelikle aday öğretmenlerin öğretmenliğe geçişini bir komisyona havale etmiş durumdalar.

Bu ülkede komisyona havale edilen şeylerin aslında genel olarak nasıl altının boşaltıldığını ve nasıl bir yandaş ilişkiler içerisine hapsedildiğini hepimiz biliyoruz. Atamalardaki liyakat meselesinin ne kadar sıkıntılı olduğunu yıllardır ifade eden bizlerin böyle bir komisyonun liyakati, tarafsızlığı ya da adaleti olup olmayacağı konusuyla ilgili çok ciddi kaygılarımız var. Ayrıca bunca yıl emek harcayarak bir meslek edinmiş olan kişinin mesleği yapıp yapamayacağına, 3 kişinin karar vermesi gibi bir durumun kabul edilebilir bir yönünün olmayacağı çok açık. Kaldı ki bu kişilerin de, bu komisyonun da hangi kriterler doğrultusunda söz konusu aday öğretmeni değerlendirebileceğine dair de hiçbir açıklama yok zaten. Yani bir kriteri de yok bu işin.

 

“Yoksulluk gibi birçok gerçek sorunlarımız var”

Öğretmenlerin yaşadığı gerçek sorunlar neler sizce?

– En büyük sorun öğretmenlerin yoksulluk sınırının çok çok altında, hatta açlık sınırına yakın bir noktada yaşıyor olması. Sadece öğretmenler değil bizim beraber bu işi yürütmek durumunda olduğumuz öğrencilerimiz, velilerimiz de Türkiye’nin çok büyük bir kısmı gibi açlık sınırına yakın bir noktada yaşıyor. Ve bunu en çok da okullarda hissediyoruz.

Bunun yanısıra eğitim sistemindeki sürekli bir yap-boz olma hali, artık öğretmelerin bile sınıf geçmeden tutun da, müfredatların, seçmeli derslerin oluşturulma biçimlerini takip etmekte zorlanmasını getiriyor. Çünkü sürekli değişen ve değişirken eğitimin içerisinde olan iradeyi yok sayan bir yöntem uygulanıyor. Ulaşım çok ciddi bir soruna dönüşmüş durumda. Hem öğretmenler hem de öğrenciler açısından servis artık bir seçenek olamıyor, çünkü fiyatlar çok yüksek.

Beslenme de ciddi bir sorun. Zaten öğretmenler için yemek yeme alanı okullarda yok. Bu ihtiyacın karşılanması gibi bir durum da söz konusu değil. Dolayısıyla etrafta yakın bölgelerden yiyecek ihtiyacını karşılamak için bir uğraşı veriliyor. Ama bunun da artık çok koşulunun olmadığı, gıda enflasyonunun gelmiş olduğu düzey itibariyle mümkün olmadığı açık.

Yine öğretmenlerin en büyük sıkıntılarından bir tanesi yöneticilikte liyakat yerine mülakatın esas alınması. Hem işi yürütme hem kendi yetkili sorumluluk alanlarını ve sınırlarını bilmeme ve bu sınıra öğretmenleri de hapsetme uğraşı, iletişim problemlerine dönüşüyor. Zaman zaman mobbing düzeyine gelen bir baskılama söz konusu. Ayrıca yeni atanan öğretmenlerin “güvenlik soruşturması” adı altında ayrıştırılması, kriminalize edilmesi ve atanmasının önüne geçilmesi ile karşılaşıyoruz.

– ÖMK’ya karşı Eğitim-Sen’in uzun süredir devam eden bir çalışması var. Bu çalışmalarınızdan bahsedebilir misiniz?

– Şu anda bir bütün olarak öğretmenlerin bu yasayla ilgili çok ciddi kaygıları var. Bu sınavın para karşılığında tanımlanmış olmasından kaynaklı, ekonomik sıkışmışlık bir tehdide dönüşmekte. Ciddi bir sınava giriş de var, seminer sürecine katılım da oldu ancak katılanların dahi % 97’si bu sınavı ve bu biçimiyle kariyeri doğru bulmadığını, sadece ekonomik kayıp kaygısı üzerinden bu sınava girmek zorunda olduklarını ifade eden bir % 97’lik bir anketimiz oldu. Çok açık ki bu kadar ekonomik olarak sıkıştırmış olduğunuz bir topluluk doğru bulmadığı halde bir sürecin parçası haline getirilmiş durumda. Bu sürecin içerisine girmiş olmasına rağmen tepkiyi vermekten imtina etmeyen çok ciddi bir kitlemiz de var. Sosyal medya ve sokaktaki buluşmalarımızda bu arkadaşlarımızla yan yana geliyoruz.

Bu kariyer meselesiyle ilgili kaygılarımız şunlar; birincisi öğretmeler çocuklara rekabeti değil dayanışmayı öğretir. Dolayısıyla kendisi çalışma arkadaşıyla rekabet halindeyken çocuklara dayanışma kültürünü öğretmesinin çok karşılığı olmayacak. İkincisi, “eşit işe, eşit ücret”i savunuruz biz ve emekçiler açısından da esas olan budur. Ancak aynı işi yapacak olan öğretmenlerin birisinin uzman olması, birisinin başöğretmen, sıradan bir kadrolu, ücretli, sözleşmeli olması hepsinin ayrı ayrı ücretlendirilmesini gerektiriyor. Aynı işi yapan, aynı saat derse giren bir ücretli öğretmen bugün zaten asgari ücretin çok daha altında olan bir ücretle bu işi yapıyor, kölece çalışıyor. Bunun düzeltilmesi gerekirken yerine yeni statüler koymanın anlaşılır bir tarafı yok.

Bir bütün olarak bu süreçler aslında iradesiz bir eğitimci kitlesi yaratmayı hedefliyor. Biat eden bir toplum uğraşısı var. Ama biz, öğretmenlerin biat etmeyeceklerini biliyoruz. Hangi düşüncede olursa olsun öğretmenler, en nihayetinde bu topluma dayanışmayı, sorgulamayı, bilginin esas alınması gerektiğini öğretenlerdir. Çocuklara bunları öğretme yükümlülüğünde olanların muhakkak kendilerine yönelik bu saldırıyı da bertaraf edeceklerini düşünüyoruz.

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu