Güncel

Bir Varmış, Bir Yokmuş; Zamanaşımı Gerçekleşmiş, Aslında Hep Varmış!

Topraklarının katliamlarda akan kanlar ile sulandığı ülkemizde, kamuoyu baskısıyla bu katliamların yargıya taşınması gerçekleşebiliyor. Zaten kendi organizasyonlarının sonucu olarak gerçekleşen katliamların faillerinin araştırılıp bulunması elbette işine gelmeyecek olan sistem; ya göstermelik birilerini ortaya atıyor, ya da bu davaların zaman aşımına uğramasını sağlıyor.

Bunun son örneği geçtiğimiz haftalarda TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu’na sunulan İçişleri Bakanlığı’na ait “gizli” ibareli Sivas Katliamı raporuyla görüldü.

Emniyet Genel Müdürlüğü’ne yollanmış bir belge katillerin korunduğunu gösteriyor. Katliam döneminde Sivas Terörle Mücadele Şube Müdürü Ali Çilet tarafından hazırlanan ve Polis Baş Müfettişliği’ne yazılan 5 Ekim 1993 tarihli bu belgede, katliamı örgütleyenlerin tespit edilmiş olmasına karşın gözaltına alınmadığı ifade ediliyor.

Bunun gerekçesi olarak şunlar söylenmekte: “Yangın olayına kadar, olaylar süreklilik arz ettiğinden şubemiz görevlileri devamlı olayı tahrik eden ve yönlendirenleri tespit etmişlerdir. Kültür Merkezi’nde, vilayet önünde ve Madımak Oteli önünde topluluk dağılma eylemi göstermediğinden o güzergahlarda toplu hareket edildiğinden alınamamış, Kültür Merkezi’ndeki zor kullanma anında alınmak istenmişse de topluluk engel olmuştur.”

En küçük demokratik taleplerin bile dile getirildiği eylemlere nasıl azgınca saldırdığını binlerce defa tecrübe ettiğimiz kolluk güçlerinin; olay anda müdahale etmemesi, (hadi o anda yakalayamadı diyelim) daha sonrasına da o kişileri yakalayabilmek için arama kararı bile çıkarmamış olması zaten yakalanmalarını istemediğini gösterir.

Dolayısıyla son elde edilen belge; göstermelik kişilerin gözaltına alınması, mahkemelerde bunların aklanması ve katillerin zamanaşımı kılıfıyla cezasız bırakılmasıyla, bir kez daha Sivas katliamının, başından ve sonrasında işleyen süreçle birlikte bir bütün olarak değerlendirildiğinde, tamamen devlet tarafından işlenen bir katliam olduğunu göstermektedir.

İMAJ HERŞEYDİR, HALK HİÇBİRŞEY!

Bu durum ilk defa da yaşanmadı. Bir başka örnek ise 16 Mart 1978 yılında İstanbul Üniversitesi’nde katledilen devrimci öğrencilerin davasıdır.

İlişkilerin, MİT’e, Emniyet’e ve askere uzanmasıyla tam bir kontrgerilla davası olan bu dava, 12 Eylül darbesinden sonra İstanbul Sıkıyönetim Mahkemesi’nce 1982’de beraat ile sonuçlanmıştı.

Şaşırtıcı değil elbette. Yine şaşırtıcı olmayan, 1997’de İstanbul Barosu Susurluk Komisyonu, 16 Mart davası ile ilgili yeni belgeler bulunca, 1997’de dava yeniden açıldı. Ancak darbelerle hesaplaştığını ileri süren “yeni” hükümet döneminde bu dava zamanaşımına uğradığı için rafa kaldırıldı!

Malatya’da Zirve Yayınevi’nde biri Alman üç kişinin katledilmesi davasında ortaya çıkan ses kaydı da bir başka örnek. Buna benzer daha onlarca örnek sayabiliriz maalesef. Ancak anlatmaya çalıştığımız şey; devletin, bunları saklandığı raflardan neden iş işten geçtiğinde ortaya çıkardığıdır.

Toplumsal hafıza, bu kadar katliamı “normal şartlar altında” kaldıramaz. Sistem tarafından unutturulur, unutturulamadığı takdirde de hesaplaşılıyormuş gibi yapılır.

Böylesi bilgilerin açığa çıkması ve katliamların komisyonlarda ele alınarak incelenmesi özü itibariyle mevcut devlet gerçeğini değiştirmek için değildir. Bugün AKP’nin sözde darbeleri ve darbe süreçlerine götüren olayları araştırması geçmişle yüzleşme ve hesaplaşma söylemleriyle yapılmaktadır.

 Faşist cuntaların, 1 Mayıs 1977, Maraş, Çorum, Malatya, Sivas, Gazi gibi katliamların, hapishanelerde yaşanan katliamların ve operasyonların, faili meçhullerin, kaçırılıp gözaltında kaybedilenlerin, işkencelerin, yargılı-yargısız infazların, aydınlatılıyormuş gibi yapılması; hem bu olaylarda devletin parmağının yokmuş gibi gösterilmesine yarar hem de devletin imaj tazelemesine. TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu da bu amaçla kurulmuştur.

Tüm bu oyunlar; bir yandan imaj tazelerken, diğer yandan da kitlenin öfkesini arttırmaktadır.

Çünkü TC’nin yeni imajı olan AKP’nin de öncekilerden farkının olmadığını; Hrant Dink’in öldürülmesiyle, Roboski katliamı ile son olarak da üç yurtsever kadının öldürülmesiyle gördü halkımız.

Bu ve buna benzer olayların da faillerinin ortaya çıkarılmaması için türlü dalavereler çevrileceğini de bilen bilir. Zaten devletin baş aktör olduğu bu katliamların da tozlu raflara kaldırılmasını engellemek için de bilmeyenlere anlatmak, boynumuzun borcudur.(Mersin’den Bir Ö-G okuru)

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu