MakalelerPusula

Biz de özgürüz! Bataklığa çekenlerle mücadele etmekte özgürüz!

“İnternet her şeyden önce en iyi ve en kötü şekilde kullanılan bir araçtır.” (Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü-RSF)

Uzunca bir süredir teknolojik gelişmenin insanlığın gelişiminin lokomotifi olacağı düşüncesi sıkça tartışılıyor ve sorgulanıyor. Özellikle 1990’lı yılların başından beri iletişim teknolojileri üzerinde yürütülen tartışmalar, sadece iletişim-teknoloji ilişkisi üzerinden ele alınmıyor. Bunun daha ötesinde, nasıl bir gelecek ve nasıl bir dünya sorularını da kapsıyor. İletişim teknolojileri denilince ilk akla gelenlerin başında sosyal medya araçlarının yer almasının nedeni ise bir tesadüften öte kullanım yaygınlığı, etki gücü ve işlevinin büyüklüğünde aranmalıdır.
Ülkemizde, geleneksel medyan
ın egemen ideolojinin hegemonyasındaki en önemli ideolojik aygıt olarak hareket ettiğini biz devrimciler olarak bizzat biliyorken, özellikle Gezi İsyanı vesilesiyle geniş kitleler de “Penguen Medya” adlandırmasıyla bu gerçekliği bizzat yaşamışlar, o güne kadar nasıl manipüle edildiklerini, geleneksel medyanın dezenformasyon merkezleri olduğunu önemli oranda görmüşlerdir. Bu durumda hem devrimciler ve hem de halk kitleleri açısından sosyal medyanın yaşamımızda kapladığı alan büyümüş, özellikle facebook, twitter gibi iletişim alanlarına akışa neden olmuştur.
ıktır ki, maliyet düşüklüğü, hız, yaygınlık gibi özellikleri “yeni medya” araçlarını daha cazip kılmaktadır. Merkezi bir yapının olmaması beraberinde daha rahat ve hızlı hareket edilmesini, daha aktif ve katılımcı olmasını, bilginin toplumsallaşmasını da getiriyor. Hâkim ideolojinin söylemlerine karşı farklı ve alternatif söz/söylem alanları yaratmanın gerekliliği bu avantajlar ile birleşince çok daha büyük bir gereklilik çıkıyor ortaya.
Burada ilk önemli nokta “yeni medya”nın kullanımının mutlaka gündelik yaşamda birebir aynı ya da benzer etki yaratacağı gibi bir yanılsamaya kapılmamak; ikincisi de yapılan çağrının sadece sanal uzamda kalmaması için örgütlenme yaratmak ve kurumsallaşmaktır. Bir de “yeni medya” ortamının ırkçı, cinsiyetçi, faşist, karşı-devrimci unsurlar tarafından başarılı bir şekilde kullanıldığını görmek “neden bizler daha etkin bir şekilde kullanmayalım?” sorusunu doğuruyor doğal olarak.
Ancak sosyal medyanın daha etkin bir şekilde kullanılmasının ötesinde (belki bugün açısından daha da önemlisi) “nasıl” kullanıldığına da bakmak gerekir. Zira, hastalığı iyi eden bir ilacın dahi, nasıl kullanıldığı, hastalığın tedavisini engellemekten öte öldürücü olabilmektedir. Sosyal medyanın kullanımı da bazen “niyetleri” aşabilmekte, bazen de özel “niyetlerle” devrimci, demokratik kesimlere zarar verebilmektedir.

Sosyal medyada tart
ışmak…
Bizim de Gezi İsyanı’ndan da önce gündemimizde olan sosyal medya araçları, özellikle de bu isyandan sonra çeşitli adımlar atarak önemli gelişmeler kaydettiğimiz bir alan oldu. Resmi internet sitemiz, facebook sayfamız ve twitter hesaplarımızla bu alanda ideolojik duruşumuzu, politikalarımızı, yapılan eylem ve etkinlikleri, faaliyetlerimizi vs. geniş kitlelere ulaştırma konusunda eksiklerimize rağmen mesafe kaydediyoruz. Kimi zaman yazılı medyanın dahi önüne geçen bu iletişim ağlarını kullanmayı geliştirmek ve daha da etkin olmak önemli.
Ancak meselenin bir de “karşı” tarafı var. Yani paylaşımlarımızı okumasını istediğimiz, çağrılarımızı ulaştırmaya çalıştığımız, etkileşime geçme çabası içinde olduğumuz kitleler. Bu noktada beklentimiz, bizi tanımaları, fikirlerimizi öğrenmeleri, bizimle iletişime geçmeleri, yanlış gördüklerini eleştirmeleri, bize yeni alanlar açmaları, örgütlenmeleri, çağrılarımıza kulak vermeleri vs. vs. Bizi takip eden herkesin fikirlerini önemseyerek, yorumlarını okuyarak, verdikleri bilgilerden öğrenerek daha iyiye ulaşmak isteğimiz devrimciliğimizin bir gereğidir.
Ancak bu aç
ık duruşumuz, bizim bu fikir ve yorumları aynen kabul edeceğimiz, saygı duyacağımız, karşı durmayacağımız anlamına gelmemektedir. Bunu kimileri “özgürlük de bir yere kadar” diye okuyabilir, her yorum kendini bağlar kuşkusuz. Ancak kabul edilmelidir ki, (ve her dürüst insan kabul eder ki) şehitlerimize, değerlerimize, yoldaşlarımıza, bizi biz yapan ideolojimize (elbette eleştiri kapsamının dışında) küfür edenleri ayrı bir kategoriye koymak da bizim özgürlüğümüzdür.
Devrimcilere, onların bağlı bulundukları örgütlere mesnetsiz, kanıtsız, çirkin yakıştırmalarda bulunanların bir kısmının düşman beslemesi olduğu çok açıktır. Yoksa kim örneğin bir örgütün Merkez Komitesi adına sözde “bildiri” kaleme alıp bunu sosyal medyada yayımlar? Bu aymazlığa, bu rezilliğe, bu düşkünlüğe hangi “halktan birey” cüret edebilir? Hangi “halktan birey”, yıllarını mücadeleye vermiş, kendi öz evladı ölüm oruçlarında günbegün erirken, onun mücadelesini sahiplenirken tutsak düşmüş, bedel ödemiş bir yoldaşımıza “… ve çetesi” diyebilecek kadar düşkünleşebilir? Dersim’de, Kobanê’de savaşan, her gün bir eylemden ötekine koşan, olanaksızlıklar ve devlet kuşatması altında faaliyet sürdürmeye çalışan vs. vs. bir örgütün “istihbarat tarafından ele geçirildiğini”, “mafyalaştığını, halk düşmanı yapılara dönüştüğünü” iddia edebilen hesapların “samimi eleştiri yaptığına” kim, kimi inandırabilir?
Bu “tür”lere bir laf söylendiğinde “ben halktan bir insanım, istediğimi düşünür söylerim, siz eleştirilere kapalısınız” vs. sözleri ilk savunmaları olan bu kişilerin çapsızlığıyla, küfürleriyle, hakaret ve iftiralarıyla uğraşmak hem onların o kirli minderinde dövüşmek ve hem de nafile bir çabayı gerektirir. Minderin kirliliğine bir bakın: Evet birileri bu örgütün saflarında mücadele ederken şehit düşecek, birileri evi-yurdu, gecesi-gündüzü olmadan yıllarca mücadele edecek, birileri bütün olanaklarını devrimin hizmetine sokacak… Bu minder sahipleri de bir elleriyle göbeklerini kaşıyıp diğer elleriyle sosyal medyada “özgürce” fink atacak, devrim dersleri verecek, yuvalarında çocuklarının dizinin dibinde reformizm üzerine çok değerli olduğunu düşündükleri “fikirlerini” beyan edecek, öyle savaşılmaz böyle savaşılır (keşke pratikte de gösterseler de, biz de savaş nasıl olurmuş öğrensek) diye ahkam kesecek. Onlar bunu yapacak, biz de bunların o mide bulandırıcı minderinde iki laf edebilmek için kendimizi tüketeceğiz.
Tüm samimiyetleriyle bu “tür”lere yanıt vermeye çalışan, kurumu savunan ve fakat bu şekilde de olsa bir etkileşime giren insanlarımız, takipçilerimiz de var kuşkusuz. Onların bu çabası takdire şayan olmakla birlikte, bu çapsızların beslendikleri yerlerin tam olarak bu zemin olduğunu unutmamak gerekir.
Her çamurun bir izi vardır. Zaten onların güvendikleri de bu izdir. Bizim bu her şeyi bilen, her konuda bir fikri olmasa da her durumda bir zikri olan, düşmanın örgütü ele geçirdiğine dair istihbarat bilgilerine nasıl oluyorsa vakıf vs. vs.ler ile tartışma, zaman kaybetme lüksümüz yok “maalesef”. Bizim bir yolumuz, yapacak çok işimiz, ulaşamadığımız birçok alan, yetemediğimiz bir sürü konu var… Beğenirler beğenmezler, bizimle yürürler yürümezler, düşüncelerini, yorumlarını, eleştirilerini bize söylerler ya da çamur atarlar…. Bunlar hep bir tercihtir. Her zaman söylediğimiz gibi her tercih bir vazgeçiştir aynı zamanda ve ne’den vazgeçeceğinin kararı ve ortaya çıkarttığı sorumluluk tamamen o kişiye aittir. Yolları açık olsun demek isterdik ancak yolları, yol değil!
Böylesine çapsız ve de mesnetsiz “tür”lere karşı kullanıp zayi etmek adına değil ama Lenin’in “Ne Yapmalı?” adlı eserinde söylediği sözlerle bitirelim biz yine de:
“Bir avuç insan, birbirimizin elini sımsıkı tutmuş halde, sarp bir yolda, uçurumun kenarında yürüyoruz. Her taraftan düşmanlarca sarılmışız ve yolumuza neredeyse devamlı düşman ateşi altında devam etmek zorundayız. (…) Ve şimdi aramızdan bazıları bağırmaya başlıyor. Gelin bataklığa gidelim! Kendilerini utandırdığımızda ise şöyle yanıt veriyorlar: Ne geri insanlarsınız! Sizi daha iyi bir yola çağırma hakkımızı reddetmekten utanmıyor musunuz? Evet, baylar, sadece çağırmakta değil, istediğiniz yere, hatta bataklığa bile gitmekte özgürsünüz; hatta biz, sizin gerçek yerinizin tam da bataklık olduğunu düşünüyoruz ve eğer siz oraya yerleşmek istiyorsanız size bütün gücümüzle yardım etmeye hazırız. Yeter ki elimizi bırakın, bize sarılmayın ve yüce özgürlük sözcüğünü kirletmeyin, çünkü biz de istediğimiz yere gitmekte ‘özgür’üz, sadece bataklığa karşı değil, bataklığa yönelenlere karşı da mücadele etmekte özgürüz!”

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu