GüncelMakaleler

MAKALE | Devrimci Teori ve Komünist Partisi

"Nesnel gerçekliği yansıtmayan, pratiğin çelişmelerini doğru olarak saptayamayan ve pratiğin önüne doğru çözüm önerileri getiremeyen teori de, pratiği değiştirmeye ve devrimci tarzda ilerletmeye yetmeyecektir. "

Öncü savaşçı rolünün –der Lenin- ancak en ileri teorinin kılavuzluk ettiği bir parti ile yerine getirebileceğini belirtmek istiyoruz.” 1

İleri bilimsel teorinin önemini ve bu teorinin işçi sınıfının burjuvazi ile savaşımdaki rolünü, kendine Marksist-Leninist diyen herkes kabul eder ya da kabul eder gibi yapar. Ancak, Marksist-Leninistler, devrimci teorinin salt “dünyayı açıklamakla kalmayıp, esas olarak dünyayı değiştirmekle yükümlü” (Stalin) olduğunun bilincinde olmalıdırlar.

MLM teori ile donanmayan, teorilerini doğa ve toplumsal bilimlerin gelişmesine koşut geliştirmeyenler, derinleştirmeyenler, proletaryanın sınıf savaşımındaki önderlik görevini yerine getiremezler. Sağ ve sol oportünizmin yaptığı gibi salt soyut, nesnel gerçekliği yansıtmayan, toplumsal çelişmelerin doğru çözümünü yapamayan, laf kalabalığından öteye geçmeyen hilkat garibesi “teori” ortaya çıkar. Böylesi bir “teori” proletarya partisinin önünü açacağı yerde önüne daha baştan bir Çin Seddi örer, proletaryanın dünya görüşü adına ne varsa onu yıkar. Bu bağlamda komünist parti, önderlik görevini “somut koşulların somut tahlili” önermesinden geçtiğini, çürüyen yanlarını hiç çekinmeden atıp yeniyi almak olduğunu içselleştirdiği zaman yerine getirebilir.

Engels, “Alman Köylü Savaşı” adlı yapıtında, 1874’te Alman          proletaryasının önderlerine şöyle seslenir:

Önderlerin ödevi, özellikle bütün teorik sorunlar üzerinde giderek daha çok bilgi edinmek, günü geçmiş dünya görüşlerinin geleneksel lakırdılarının etkisinden kendilerini giderek daha çok kurtarmak ve sosyalizmin bir bilim durumuna geldiğinden bu yana bir bilim olarak yürütülmek, yani irdelenmek istendiğini hiç mi hiç unutmamak olacaktır.”2

Sosyalizmin bir bilim olması –Engels’in altını çizerek belirttiği-, sınıf savaşımına önderlik eden komünist partisinin de bu bilimle donanması ve teorik sorunların üzerine giderek bilimsel çözümlemeler getirmesi gerekir. Proletaryanın öncü partisi, salt keskin sloganlarla sınıf savaşımını yürütemez, toplumsal gelişmenin pratiğindeki gelişmeleri bilimsel olarak ele almak ve irdelemek durumundadır.

Kalıplaşmış söylemeler, kendi pratiğinden çıkmamış “hazır reçeteler”, komünist partisini ilerletemez. Eskiyi atıp yeniyi alan bir komünist partisi yerine giderek ölen, kitlelerden kopan ve kendi sınıf gerçekliğinden ve dayandığı bilimsel ideolojiden kopan bir parti karşımıza çıkar.

Doğrular, nesnel gerçekliklerin ürünüdür. Bu doğrulara dayanmayan, bunları materyalist diyalektik yöntemle analiz edip işçi sınıfını ve diğer ezilen kesimleri yönlendiremeyen bir komünist partisi, kendi içinde çürümeyi de önleyemez. Komünist partisi, sınıf savaşımının inceliklerini, çelişkilerini, bunların birbiriyle ilişki ve çözümlerini, burjuvaziye karşı savaşta ustalaşmasını ve giderek güçlenmesini, kitleleri kucaklamasını ve savaşa sürüklemesini, yine kendi öz deneyimleri ile öğrenecektir. Diğer deneyimler onun için genel bir yol gösterici olabilir ama reçete olamaz.

Komünist partisi, yalnızca teori üretmek için var değildir. Aynı zamanda teoriyi pratiğe uygulamak için vardır. Bu bağlamda teori ve pratik birbiriyle bağlantılı ve iç içedir. Pratik teoriyi zenginleştirir, devrimci teori ise pratiği doğru bir yönde, devrimci bir tarzda daha ileriye taşır.

Dünyada birçok genç komünist partisi, başka ülke devriminin deneyimini kendilerine örnek alarak savaşıma girişmişler, kimileri ise kendi savaş pratiği deneyimlerini esas alarak, bundan öğrenerek, giderek savaşımlarını özgüle indirgemesini başarabilmiş ve savaşımda başarıya ulaşmışlardır. Kimileri ise başka ülkelerin devrim deneyimlerini kendi ülke ve ulusal gerçekliklerini dıştalayarak ve de kendi deneyimleri yerine o ülke komünist partilerinin deneyimini esas alarak bunda diretmelerinin sonucu giderek sınıf savaşımından ve kitlelerden dıştalanmışlardır.

Doğrunun ölçütü toplumsal pratiktir” diyen Mao tam da bunu söylüyordu. Mao, bunu, Rus devrimini kendilerine reçete olarak alan ve ÇKP’ye büyük zarar veren ÇKP içindeki dogmacılar için söylüyordu. ÇKP içindeki dogmatizmi yıkmak için “Pratik Üzerine” (Temmuz-1937) ve “Çelişmeler Üzerine” (Ağustos 1937) adlı makaleleri yazdı.

ÇKP içindeki dogmacılar, Çin gerçekliğini reddedip, Rus devrim deneyimlerini Çin gerçekliğine olduğu gibi uygulamaya kalkıyorlardı. Mao ise Rusya gerçeği ile Çin gerçekliğinin farklı olduğunu, her ülkenin kendine özgü yanları olduğunu ve bu farklı yanlardan kaynaklanan farklı çelişmeler ve bu çelişmelerin de farklı çözümleri olacağını, Rus devriminden çıkarılması gereken en önemli dersin bu olması gerektiğini vurguluyordu.

Tarih Çin dogmacılarını değil, Mao’yu haklı çıkardı.

Mao’nun bu teorik ve felsefi yazılarından sonra ÇKP, hem teorik hem de ideolojik olarak daha da sağlamlaştı. Teorik derinliği olmayan partilerin ideolojik sağlamlıkları da olmayacağından hareket eden Mao, parti içindeki yanlış anlayışlara karşı kıyasıya bir mücadele yürüttü. Partinin teorik seviyesini ve buna bağlı olarak pratik mücadelesinin gelişmesinin önünü ve partinin iktidara emin adımlarla yürümesinin yolunu açtı.

Toplumsal olaylarda olduğu gibi komünist partiler içinde de yeni taktik ve politik değişikliklerde tutuculuğun direnciyle karşılaşılır. Ekim Devrimi’nin başlatılmasında Lenin, MK içinde çoğunluğun tutucu direnişi ile karşılaştı; Mao, uzun süre ÇKP içinde yalnız kaldı, dogmacıların ayak diretmeleri ve tutuculuklarıyla karşılaştı. Komünist partiler içinde yeniye karşı, yeni taktik politik değişikliklere karşı, eski politikada direnenlerin olmaması düşünülemez.

Toplumdaki yeni ile eski arasındaki savaşım onun içinde de vardır. Komünist partisi var olduğu sürece bu çelişme de kendisini değişik biçimlerde var edecektir. Ama komünist partisi, doğruları tutuculuğa ve her türlü oportünizme karşı savunmak ve doğruları yaşama geçirmek için ilkeli bir mücadele vermek ve tavizsiz davranmakla karşı karşıyadır, tersi, o komünist partinin yok olmasına ya da bütünüyle yozlaşmasına ve sınıf niteliğini değiştirmesine neden olacaktır. Bu bir niyet sorunu değil, sınıflar arası mücadelenin bir gerçekliğidir. Komünist partisi içindeki iki çizgi mücadelesi gerçekliği kendini burada gösterir.

Sınıflı toplumun bir üyesi olan komünist partisi, kendini salt burjuvaziye karşı savaşımla sınırlayamaz, kendi içindeki oportünist öğelere karşı da savaşım vermek zorundadır. Bu da, komünist partisinin sınıf savaşımı içindeki çok yönlü savaşımının çok yönlü bir kesitini oluşturur. Parti içindeki bu savaşımın kazanılması -çünkü bu mücadele parti içinde süreklidir- sınıf savaşımının kazanılmasının başlangıcıdır, savsaklamaya gelmez. Parti içindeki bu savaşım, dönem dönem sınıfın burjuvaziye karşı savaşımının bile önüne geçebilir, çünkü bu kazanılmadan burjuvaziye karşı savaşım yürütülemez.

kapak_132003.jpg

Lenin; “Sosyal-demokrasi kendi kendini kirletmezse, başkası kirletemez” diyordu.

Proletaryanın öncüsünün kendini kirletmesi teoride başlar ve giderek bütün alanlara yansır, yukarıdan aşağıya bütün hücrelerinde yozlaşma başlar. Sağlam teorik temellere dayanan, gerçeği nesnel olgularda arayan, pratiğinden öğrenen, kendini ve sınıfını bu politikayla eğiten bir komünist partisi sınıf savaşımında yıkılmaz. Mao, “savaşı savaşarak öğreneceğiz” derken tam da bunu kastediyordu. Kendi pratiğinden öğrenen ve bunu teorisine aktarıp pratiğine yol gösteren, Kaypakkaya’nın da yinelediği gibi “bayatı atıp tazeyi alan” bir komünist partisi kirlenmez, sürekli yenilenmesini ve sınıf savaşımında ustalaşmasını becerebilir.

…komünist için sorun, mevcut dünyayı devrimci bir şekilde değiştirmek, bulmuş olduğu duruma saldırmak ve onu pratik olarak değiştirmektir.3

Dünyayı değiştirmeye kalkanların, kendi bulundukları duruma da öncelikle saldırmaları gerektiği, durağanlığı değil, hareketliliği seçtiği, teorik hantallığı terk ettiği ve pratiğin öğretici yanını kendilerine taşıdıkları sürece, dünyayı değiştirmede başarıya ulaşacaklarını söylemek yanlış olmayacaktır. Devrim mücadelesinde kendi statik durumunu sorgulamayanların, varolanla yetinmeye çalışanların, mücadele deneyimlerini teorilerine aktarmaları söz konusu olamaz ya da statükoculukta diretenlerin salt MLM dünya görüşünün genel evrensel teorilerini aktararak kendilerini doğru yolda olduklarını sanmaları da statükoculuğun bir sonucudur.

Nesnel gerçekliklerin doğru çözümlemesinden beslenmeyen, sınıf mücadelesinin engin denizinin deneyimlerini teorisine yansıtamayan komünist partiler, devre dışı kalmaya ve marjinalleşmeye mahkumdur. Çünkü, sınıf mücadelesi çocuk oyuncağı değil bir bilimdir. Bilim, hatayı ve de tutuculuğu asla kabul etmez. Sınıf mücadelesine soyunan sınıfın öncüsü komünist parti, bir bilim insanı hassaslığıyla sınıf mücadelesi laboratuvarına girmesi gerekiyor. En küçük teorik bir hata çok pahalıya mal olabilir.

Gerçek bir bilim insanı, incelediği konuyu çok yönlü olarak ele alır, incelediği konunun en ince ayrıntılarına kadar iner ve bu verilerin ışığında çözümlemeye gider. Sınıf mücadelesinin her adımında proletarya partisi yaraya yeni yeni neşterler vurmalıdır, pratiğe yön vermede yetersiz kalan teorinin eskiyen yanlarını atıp, pratikten kazandığı yeniliği teoriye aktarmalıdır. Her çelişmeyi, çelişmelerin birbirleriyle ilişkilerini, dış yönlerini ve bunun çelişmelere etkilerini vb. ele alıp çözümlemek durumundadır.

Tam da Marksizm ölü bir dogma, bütün zamanlar için tamamlanmış, hazır, değişmez bir öğreti değil, canlı bir eylem kılavuzu olduğu içindir ki, tam da bunun içindir ki, toplumsal yaşam koşullarındaki göze batacak kadar çarpıcı değişiklikleri yansıtmak zorundaydı.4

Proletaryanın örgütü en ileri teori ile kendini donatmak, bu teorinin yol göstericiliğinde pratiğine yön vermek, sınıfın en ileri unsurlarını bağrında toplayabilmelidir.

Sübjektivizmden, revizyonizmden ve dogmatizmden arınmış, kitlelerle kaynaşmış, teori ile pratiği birleştiren, özeleştiri metodunu uygulayan çelik disiplinli bir komünist partisi…”5

Sübjektivizmden, revizyonizmden ve dogmatizmden arınmış” bir parti ile ne anlatılmak istendiği bugün daha iyi anlaşılmalıdır. Kaypakkaya’nın kısacık yaşamındaki bu ileri görüşlülüğü, nasıl bir parti düşlediği, devrime önderlik edecek bir partinin kendini nasıl donatması gerektiği bilince çıkarılması gereklidir. Yine Kaypakkaya, “teori ile pratiği birleştiren” bir partiden söz ederken, teori ile pratiğin uyum içinde, teorinin pratiğe yol gösterdiği, pratik deneyimlerin anında teoriye aktarılarak zenginleştirildiği, teorinin pratikle çelişen yanlarının “özeleştiri metoduyla” anında atılması gerektiğinden söz etmiştir.

Bir partinin kendi hatalarını görmezden gelip sık sık özeleştiriden söz etmesi, özeleştirinin bayağılaştırılmasından başka bir anlam ifade etmeyeceği bilinmezlikten gelinemez. Ayrıca, böyle bir özeleştiri hataların kaynağını görmekten uzaktır. Kendine Marksist-Leninist diyen birçok çevredeki özeleştiri anlayışı; hareketin yanlışlarını düzeltmesi şeklinden çok kişi yanlışlarını ele almak olarak algılanıyor, teorik ve de politik hatalar ise sürdürmekte diretiliyor. Küçük-burjuva oportünizmin özeleştiri mantığı ve hatalarına karşı yaklaşımı, teorik eklektizm ile iç içedir. Doğada olduğu gibi toplumsal yaşamda da durağanlık yoktur.

Her şey içinden çıktığı çelişmeli birlikteliğin üzerinde yükselir ve onu değiştirerek aşar. İşçi sınıfının sosyalistleri, Marksizm’i işçi sınıfına öğretecektir ama aynı zamanda o bilimi ileri götürme çabası içinde olacak ve onu aşacaktır. Bu Marksizm’in “abc”sidir. Lenin, Marx ve Engels’le yetinmemiştir. Mao, Marx ve Lenin’in yolundan giderek ve diyalektik materyalist yöntemi kullanarak Çin proletaryasına ve halkına önderlik edip Çin Devrimi’ni başarabilmiştir.

Niyet, işçi sınıfının önderliğinde devrimi gerçekleştirmek olsa dahi gerçek niyet teoride saklıdır. Çünkü teori, ideolojik duruşun aynasıdır. Teorideki yanlışlar, ideolojik sapmaları da kaçınılmaz olarak beraberinde getirir. Belki söylemde bir ideolojinin keskin taraftarlığı yapılabilir ama bu, onun doğru olduğu anlamını taşımaz. Nesnel gerçekliği yansıtmayan, pratiğin çelişmelerini doğru olarak saptayamayan ve pratiğin önüne doğru çözüm önerileri getiremeyen teori de, pratiği değiştirmeye ve devrimci tarzda ilerletmeye yetmeyecektir. Öncüyü işçi sınıfıyla bütünleştirme yerine, ondan uzaklaştıracaktır.

nuray.jpg

Oysa, komünist partisinin görevi; başta işçi sınıfı olmak üzere tüm emekçileri örgütleyip harekete geçirerek, burjuvazinin siyasal iktidarını yıkmaktır.

Bir komünist partinin “bayatı atıp tazeyi alması”; sınıfın bilimini nedenli kavradığına, bunu nedenli pratiği ile bütünleştirdiğine, hatalara karşı ne denli tavizsiz olduğuna ve de toplumdaki ve doğa bilimindeki gelişmeleri teori ve pratiğine ne denli yansıttığı ile ölçülebilir. Engels’in dediği gibi “Materyalizm, doğa bilimleri alanında çağ açan her yeni buluş ile kaçınılmaz olarak biçimini değiştirmek zorundadır.”6

Küçük-burjuva oportünizmi, bırakın n doğa bilimlerindeki gelişmeleri, toplumdaki gelişmeleri bile kendi teorilerine yansıtmamak için “tutuculuğu”, “tabuculuğu” ve “dogmatizmi” yeğliyor, çünkü böylesi daha kolay geliyor. Aynı zamanda bu, küçük burjuva devrimciliğinin Marksizm bilimine karşı oportünistçe yaklaşımının da bir ifadesi oluyor. Mutlak olan bir şey varsa o da değişimin kendisidir. Tabuların düşmanı olmayan Marksist de olamaz.

Bir komünist partisi, işçi sınıfından uzaklaşıyor, her geçen gün marjinalleşiyor ve büyük hedefi doğrultusunda ileri bir adım atamıyorsa, o, öncelikle hatayı kendinde aramalıdır. Eğer kendinde “derin ve kronik” dediği hastalıkları bağrında sürekli taşıyorsa, o hastalıkların ana kaynağına, yani teoriye inmek zorundadır. “Hastalıklarla mücadele edelim” deyip, arkasından hastalığın beslendiği kaynağa inme yerine, dış etmenlere salvo ateşi yapıyorsa, o kendi gerçekliğini açığa vurmaktan korkuyor demektir.

Ama korkunun ecele bir faydası olmuyor ve olamaz. Kendi gerçekliğini ve bu gerçekliği tersine çevirmeye yanaşmayan bir komünist partisi, ne devrimin öncüsü olabilir ne de sınıf mücadelesi tarihinin fırtınalı ateşi içinde yeniyi yaratabilir. O ancak koşullar elverdiği oranda “varım”la yetinebilir. Ne var ki, “varım”la yetinmenin “yokum”la eş anlamlı olduğu bilinmelidir. Biri diğerine kolayca dönüşebilir.

“Teorimiz iyi, ama pratiğimiz kötü” masumane(!) genellemesi ise sapla samanı birbirine karıştıran, gerçeği olgularda aramayı reddeden dogmatik bir yaklaşımın basit bir tekrarıdır. Bu tür anlayış ve yaklaşımlar, basit bir daire içinde dönüp dolaşır ve suçu pratiğe yükleyerek, pratiğe yol gösteren olgunun teori olduğu gerçeğini ters yüz eder ya da etmeye çalışarak kendi yanlışını bile bile doğru gibi göstermeye ve sınıf mücadelesi içinde masumiyet aramaya çalışır. Sınıflar arası mücadelede masumiyete yer yoktur.

Sınıf mücadelesine yeni katılmış bir komünist partisi için “kötü pratik” doğal karşılanabilir ve hatta genç olduğu için “masumiyet” de bir ölçüde kabul edilebilir. Ama çeyrek asırları aşan komünist partiler için “iyi teori, kötü pratik” olmaz. Doğru teori doğru pratiği kaçınılmaz olarak hakim kılar. Ama, sosyal olguların süzgecinden çıkmamış teori de direnerek, bunun yaşama geçirilmeye çalışılması durumunda, pratiğin yapacağı bir şey yoktur. Sınıf mücadelesinin pratiği, her zaman yanlış teoriyi reddeder ve onu uygulamakta direnenleri ya tarih sahnesinden siler ya da toplumsal tabakların en derin ve en zayıf bir yerinde kendi kaderine terk eder. Bu tür siyasal akımlar için kapitalist toplumsal yapının bir yerinde saklanacak sosyal bir koşul vardır.

Bugün Türkiye devrimci hareketi hala bu sıkıntıyı bir bütün olarak çekmektedir. Kitlelerden kopmanın gerekçesi olarak ülke koşulları vb. şeyler ileri sürülse de, sahip oldukları teorinin pratikle, yani bu teorinin kitleleri ne kadar ilgilendirdiği incelenmeyip, genellemelerle yetinilmektedir. Bu durum devrimci siyasal akımlar arası tartışmalara (daha doğrusu tartışmamalara) da yansımıştır. Deyim yerindeyse, siyasal akımlar arasında ideolojik tartışmalar bitmiştir. Bu durum birbirine bağlı olarak iki şeyi ortaya çıkarmaktadır: Birincisi; yoğun bir ideolojik erozyon ve Marksizm-Leninizm’den uzaklaşma; ikincisi; kitlelerden kopuş ve dar bir sosyal çevrenin örgütü haline gelmek. Bu olgu, sınıf mücadelesinin geriliğinden de kaynaklanmakta ve ondan bağımsız değildir. Kendini sınıf mücadelesinin ateşi içinde görmeyen akımlar, tartışmaktan hep kaçınır.

Teorik tartışmanın olmamasını ya da çok çok geri planda güncel sorunların pratikle ilgili bölümlerinin tartışılması, bütünüyle sınıf mücadelesinin zayıflığına bağlanamaz. Lenin’in en büyük eserlerini sınıf mücadelesinin durgunluk dönemlerinde yarattığını bilmeyen yoktur. Çünkü böylesi dönemlerde Marksizm kılıfı altında Marksizm’i revize etmeler artar. Burjuvazinin “şekere bulanmış” teorileri, “işçi sınıfının teorisi”ymiş gibi, sınıfın bilinci bunaltılmaya ve karartılmaya çalışılır. Komünist parti, durgunluk dönemlerinde daha yoğun teorik ve ideolojik mücadele yürütmediği zaman hem kendisi de ideolojik erozyona uğrar ve savunduğu doğru ilkeleri elastike etmenin yollarını arar. Kendi eksik ve yanlışlarının üzerine gideceği yerde, suçu sınıf mücadelesinin durgunluğunda arayarak, mistik bir kaderciliğin kurbanı haline gelir.

Bundan hareketle, böyle bir yönelim ve duruş, komünist partisini savunduğu hedefler doğrultusunda yürüme yerine, teori ile pratiğin bütünüyle farklılaştığı bir güzergâha götürür. Belki teorik olarak hedefleri savunuyor gözükmeye çalışsa da bu cılız savunu, sağcı pratiğin üstünü örtme çabasından başka bir anlama gelmez. Marksizm’i revize etmenin en tehlikelisi de budur. Yani kendi içinde tutarlı olamamak ve savunduğu ilkeleri bulanıklaştırmak…

85067.jpg

Mistik kaderciliğe teslim olmuş ve kendine KP diyen siyasal bir yapı, oportünizme karşı mücadele edemeyeceği gibi oportünizmin oportünizme karşı mücadele ettiği görülmediğinden kendisi de oportünizmden mustariptir. Böyle bir işçi sınıfı partisi, hangi hatalarına karşı mücadele edecek ya da hangi hastalıklarını iyileştirebilecek?

Keskin sınıf savaşımının dönemeçlerinden geçmiş bütün komünist partilerde, kendi hatalarına karşı daha kapsamlı büyük mücadeleler yaşanmıştır. Sınıflı toplumun diyalektiği ve bu sınıflı toplumun bir ürünü olarak ortaya çıkan komünist partisi, önce kendine karşı mücadeleyi, kendini sürekli yenilemeyi, hatalarını atıp yeniyi alma yöntemini esas alarak eksikliklerini giderme yöntemini esas almazsa, değiştirmek istediği toplumu da değiştiremez.

Bu, sınıf savaşımına daha güçlü girme, sınıf savaşımındaki etkisini daha güçlü bir şekilde artırma, daha geniş kitleleri kucaklama ve onları harekete geçirme savaşımıdır. Bu savaşım, aynı zamanda, kendine karşı bir savaşımdır. Kendini yenileme, değiştirme, örgütleme, eğitme savaşımıdır. Partinin kendine karşı bu savaşımı, pratikten kopuk bir savaşım değil, bizzat pratiğin denek taşında verilmektedir. İşte, komünist partinin kendine karşı verdiği bu savaşım, “bayatı atıp, tazeyi alma” savaşımıdır.

Bir teori, pratikte sürekli tökezliyor ve geri tepiyorsa, hareketin önün açmakta aciz ve yetersiz kalıyorsa, öncünün sınıfla kaynaşmasını, daha geniş yığınları kucaklamasını, sınıfın en ileri unsurlarını bağrında toplamasını sağlayamıyorsa; öncünün sınıf mücadelesi içinde yoğrulması, onun sorunlarıyla içice olması yerine, daha çok kendi iç sorunlarını artan ölçüde artırıyorsa, en ileri teori ile donanmış bir partiden söz edilemez; teori kısırlaştıkça, gelişmelere yanıt veremedikçe  hareketi kısırlaştırır ve örgütü içten içe çürütür.

Lenin; “… yalnızca, öncü savaşçı rolünün ancak en ileri teorinin kılavuzluk ettiği bir parti ile yerine getirebileceği…”nisöyler.

Teorinin pratiğe yol göstericiliğini, teorinin komünist parti için ne denli önem taşıdığı oportünizm “lafta” pek yadsımaz. Ama, ne hikmetse, bu denli “önem” verilen teori, salt teori olarak kalır yani soyut olarak ele alınır. Onun, canlı bir organizma gibi nesnel gerçekliklere gereksinimi olduğu, nesnel olguların yaşayan ruhu olması gerektiği unutulur ya da “bir kere başta proje çizildin mi gerisi gelir” denerek sınıf mücadelesi esasta oportünizme feda edilir ve feda edilenin proletaryanın dünya görüşü olduğu bilinmezlikten gelinir. Böyle bir teori ile donanmış bir “öncü”nün de işçi sınıfıyla bir sorunu yoktur demektir.

Marx, teorik ve pratik gereksinimleri şöyle açıklıyor:

Gerçekten de devrimler pasif bir öğeye, özdeksel bir temele gereksinim duyar. Teori bir halk içinde ancak onun gereksinimlerinin gerçekleştirilmesi olduğu ölçüde gerçekleşiyor.  … Teorik gereksinimlerin dolayımsız olarak pratik gereksinimler durumuna gelmeleri mi gerekiyor? Düşüncenin gerçekleşmeye götürmesi yetmiyor, gerçekliğinde düşünmeye götürmesi gerekiyor.8

Bu konunun biraz daha açılması için, Stalin yoldaştan uzun bir alıntı aktarmakta yarar var. Çünkü ileri teori ile donanmış parti olgusundan, teori ile pratiğin uyumundan neyin kast edildiği, “belirlenmiş” –diyalektik materyalizmde “belirlenmiş” (maddenin değişimini yansıtmama ve durağanlık bağlamında) diye bir şey olmaz, ama, ne yazık ki, bu olguyu sıkça yaşıyoruz– bir teorinin yol gösterdiği pratiğin, defalarca taşa vurması mı gerektiği, partiyi kitlelerden koparması, her yönüyle güdükleştirmesi, nesnel gerçeklikten bütünüyle koparması mı anlaşılması gerekiyor yoksa  Stalin yoldaşın söyledikleri mi…

Teori bütün ülkelerin işçi hareketlerinin genel biçimi ile ele alınan deneyimidir.

“… kuşkusuz ki teori, devrimci pratiğe bağlanmadıkça amaçsız kalır; tıpkı yolu devrimci teori ile aydınlatılmayan pratiğin, karanlıkta, el yordamı ile yürümesi gibi. Ama teori, devrimci pratik ile çözülmez bir bağlılık halinde gelişince, işçi hareketinin büyük bir gücü haline gelebilir. Çünkü, harekete, güvenliği, yönünü belirleme gücünü ve olayların iç bağlantılarının anlaşılmasını, teori ve yalnızca teori sağlayabilir; çünkü teori ve yalnız teori, sadece sınıfların bugün hangi yönde ve nasıl hareket ettiklerine değil, aynı zamanda bu sınıfların en yakın bir gelecekte, hangi yönde ve nasıl hareket edecekleri pratiğini anlamamıza yardım edebilir. Şu ünlü tezi söyleyen ve kerelerce yineleyen Lenin’den başkası değildir: “Devrimci teori olmadan devrimci hareket olamaz.”9

Teori ve pratiğin uyumluluğu, teorinin pratiğin aksayan yönlerini anında düzeltmesi, “yakın geleceği” tespit edebilmesi, örgütü ve örgütün mücadele taktiklerini buna hazırlaması anlamına gelir. Elbette teorinin nesnel gerçekliği yakalayabilmesi, örgütü bununla besleyebilmesi ve kitleleri hazırlaması gerekiyor. “Gelişen bir şey yok, her şey aynı, bu nedenle başta ortaya koyduğumuz teori ve de pratiğimizi değiştirmeye gerek yok, önemli olan devrim mücadelesinde kararlı olmak” vb. gibi anlayış ve yaklaşımlar, karanlıkta el yordamıyla yürümek olduğu gibi Marksist-Leninist-Maoist bilimsellikten uzaktır.

Küçük burjuva devrimciliğinin tipik özelliği olan, gerçeği nesnel olgularda arama yerine sübjektivizme ve dogmatizme sarılması, onun kendi sınıf karakteri ile yakından ilgilidir.

Lenin; “… bir Marksist gerçek yaşama, gerçekliğin asıl olgularına dikkat etmesi, ve bütün teoriler gibi olsa olsa yalnızca esas ve genel hatları koyan, yalnızca yaşamı bütün karmaşıklığı içinde yaklaşık olarak kucaklayan dünün teorisine yapışmaması gerektiği…“ni10 söyler.

Bir komünist partiyi sağlamlaştıran, disiplinli ve dövüşken kılan, sınıf ve kitlelerle derin bağlar kurduran öğeler nedir diye sorulduğunda: Hangi anda, hangi taktiği izleyeceğini bilen, yerine göre esnekliği yerine göre tavizsiz tutumu takınan, ilkelerde tavizsiz olan, hangi anda hangi eylem biçimine geçeceğini reçetelere değil, somut koşullara göre ayarlayan, materyalist diyalektiğin mutlakçılığın reddi olduğunu bilince çıkaran, her toplumsal değişimi teori ve pratiğe yansıtmasını beceren ve Lenin’in yukarıda belirttiği önermesi ışığında olabilir diye cevap verilebilir. Ve ancak böyle bir parti, kitlelerin nabzını elinde tutabileceği gibi sınıfın tüm ileri ve dürüst unsurların güvenini kazanıp safında tutabilir.

Devrimciliği salt gevezelik düzeyine indirgemek, keskin sloganlarla devrimin “reklamını” yapmak ama hayatın gerçeklerinden uzak durmak ve sık sık hayatın reddettiği aynı teoriyi ya da aynı sloganları yinelemek, bu teori sahibi oportünistlerin devrime olan yeminli “inandırıcılığı” kitleler için bir şey ifade etmeyeceği gibi bu, devrimci lafazanlıktan başka bir şey değildir. Materyalist diyalektiğin özünü reddeden sağ ve sol oportünizm, teorinin toplumsal pratiğin ürünü olması gerektiğini bilinçli olarak saptırmaları ve bu sapmaların etkisi altında olan ya da bu anlayış içinde olup da kendine komünist parti diyen örgütler, burjuvaziye karşı bir savaş örgütü olamazlar.

Eylemlerimizin başarısı, algılarımızın, algılanan şeylerin nesnel niteliği ile uygunluğunu tanıtlar” (Engels) yani, teori ile pratiğin birliğini tanıtlar.

Somut koşulların somut tahlili”nden çıkmış bir teori pratiğe yol gösterir ve pratikte ürününü alabilir ama nesnel gerçekliğin ürünü olmayan, sübjektif ve dogmatik teori pratiğe cevap veremediği için, gelişme yerine gerileme olur. Örgüt, teoriye göre kendini yukarıdan aşağıya doğru şekillendirir. Ama teori nesnel olguların ürünü olmadığı zaman, örgütün şekillenmesi de pratiğe cevap veremeyeceği için örgüt gelişemez, işçi sınıfıyla kaynaşamaz ve çürümeye başlar. Komünist parti, varolanı öğrenirken, onunla yetinmeyip, o pratiksel deneyimleri daha ileriye taşımak için geliştirmek durumundadır.

Pratiğe cevap veremeyen bir komünist partisi, öncelikle sorunun kaynağını teorisinde aramak zorundadır. Kaynağı teori de aramayıp, başka yerlerde araması, onun gerçeklerden kaçması anlamına geldiği gibi deyim yerindeyse; hala kılıçla tüfeğin karşısına çıkmaya çalışıyor demektir.

Ve böyle bir parti bu yöntemi izlediği sürece hiçbir zaman gerçek bir Marksist-Leninist-Maoist olamaz. Toplumsal çalkantıların hızla geliştiği, toplumun alt-üst oluşu yaşadığı, kitlelerin değişim istediği, egemen sınıfların ekonomik ve siyasi krizinin derinleştiği ve ekonomik-siyasi ağır bir kriz yaşadığı bir ortamda komünist parti, ilerleme değil gerileme gösteriyorsa, kitlelerin hoşnutsuzluğunu kendi potasında toparlayamıyorsa; izlediği politikanın neden toplumsal çalkantılara yanıt veremediğini ciddi şekilde irdelemek durumundadır. Bundan kaçan bir komünist parti, sınıf adına boşa kürek çekiyor demektir.

 

1- Lenin, Ne Yapmalı, s. 30, Sol Yayınları

2- Engels, Almanya’da Burjuva Demokratik Devrim, s. 31, Birinci Baskı, Sol Yayınları

3- Marks-Engels, Felsefe İncelemeleri, s. 88, Sol Yayınları

4- Lenin, SE, c.11, s. 71, İnter Yayınları

5- Kaypakkaya, Seçme Eserler, s. 430-431

6- Engels, L. Feurbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, s. 28, Sol Yayınları

7- Lenin’den aktaran Stalin, Leninizmin Sorunları, s. 24, Sol Yayınları

8- Karl Marx, Hegel’in Hukuk Felsefesinin Eleştirisi, s. 202-203, Birinci Baskı, Sol Yayınları

9- Stalin, Leninizmin Sorunları, s. 24, Sol Yayınları

10- Lenin, “Taktik Üzerine Mektuplar”, Marks-Engels-Marksizm, s. 389. Aç. L., Sol Yayınları

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu