GüncelMakaleler

SENTEZ | Türkiye’de Faşizm ve Irkçılık

"Osmanlı’nın inanç üzerinden “mala çökmeyi ve kafir avlamayı” helal kılan işgalci politikaları, kapitalizmin gelişmesiyle birlikte uluslaşma sürecine giren Türk ulusunun toplumsal kodlarına işleyen bir pozisyona evrilmesini sağlamıştır"

Benito Mussolini’den Adolf Hitler’e faşizm üzerine tartışmalar biliniyor. Ancak faşizmi sadece bu iki isimle sınırlamak ve tartışmak eksik olacaktır. Örneğin A. Hitler’in 1938 yılında, gazetecilere ve siyasetçilere kendi doğum gününde yaptığı açıklamada, bir ülkenin kaybettiği kaynakları yeniden seferber etmesinin ve canlandırmasının mümkün olduğunu ilk kez Atatürk’ün gösterdiğini söylediği ve Hitler’in Atatürk’ten bu bağlamda bir “öğretmen” olarak söz ettiği ve “Mussolini ilk öğrencisiydi, ben de ikinci” dediği bilinmektedir. Dolayısıyla faşizm dendiğinde B. Mussolini ve A. Hitler’in yanında “bir öğretmen” olarak M. Kemal’i anmak yanlış olmayacaktır.

Nitekim Hitler, 1933’te Milliyet gazetesine verdiği söyleşide, M. Kemal’i “yüzyılın en önemli adamı” olarak nitelemiş; “Atatürk’ün Türkiye’yi kurmak için liderlik ettiği başarılı kurtuluş mücadelesinin, 1920’lerin karanlığında kendisine, Nasyonel Sosyalist hareketin de başarılı olacağına dair güven verdiğini” ifade etmişti. Hitler bu söyleşisinde Türkiye’deki hareketi, “parlayan yıldız” olarak nitelemiştir.

  1. Kemal’in A. Hitler tarafından bir “öğretmen” olarak görülmesi boşuna değildir. Adolf Hitler, 22 Ağustos 1939 tarihinde, askeri kurmaylarına Polonya ile ilgili kısa vadeli planlarını anlatırken “Bu yüzden, şimdilik yalnızca doğuda ölüm teşkilatlarını hazır bulunduruyorum. Onlar Leh kökenli ve Leh dilini konuşan erkek kadın, çocuk yaşlı her kim varsa hepsini gözlerini kırpmadan ve acımadan öldürmek için emir aldılar. Bize gereken yaşama alanını, ancak bu şekilde ele geçirebiliriz. Tüm olanlara rağmen bugün Ermenilerin imhasından bahseden kim kaldı ki?” ifadelerini kullanmaktadır. Diğer bir ifadeyle A. Hitler Osmanlı, İttihat ve Terakki, Kemalistlerin başta Ermeniler olmak üzere Rumlar ve Süryanilere yönelik uyguladığı siyaseti “iyi incelemiş”tir. Buradan çıkardığı “ders”lerle Avrupa’nın göbeğinde soykırım gerçekleştirmiştir

Daha çok B. Mussolini ve A. Hitler ile anılan ancak M. Kemal’inde dahil edilmesi gereken faşizm kavramı, Georgi Dimitrov’un Komintern’in 7. Kongresi’nde resmi olarak kabul edilen tarifinde “finans kapitalin en gerici, en şovenist, en emperyalist unsurlarının açık terörcü diktatörlüğü” olarak tanımlanır. Ne var ki faşizmin iktidarı ele geçirmesi, her ülkenin özgül şartlarına ve zamana göre değişir. Örneğin ülkemizde faşizm, herhangi bir emperyalist ülkede olduğu gibi tekelci burjuvazinin diktatörlüğü değildir; Türkiye’de ve Türkiye gibi yarı-sömürge ülkelerde faşizm, komprador büyük burjuvazinin ve toprak ağalarının diktatörlüğü olarak ortaya çıkar.

Faşizm kavramı, tarih sahnesinde diyalektiğin doğasına uygun olarak bir gelişim seyri göstermektedir. Temelinde ekonomik, siyasal, sosyal krizler üzerinden milliyetçilik vurgularını ön plana çıkararak iktidar olma ve bu iktidarı sürdürme gayretiyle şekillendirdikleri faşist yönetim biçimi her zaman “teklik” ve “yücelik” eksenli ırkçılık üzerine propaganda edilmiştir.

  1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan sonra İtalya’da yaşanan ekonomik ve siyasal krizi var olma fırsatına çeviren Mussoli liderliğindeki Ulusal Faşist Parti’nin tutunduğu en önemli söylem ırkçılık olmuştur. Bu dönemde içte gelişen sosyalist düşünce ve grevleri imha etmenin yolunu faşist pratiklerde bulan Mussolini, dışa karşı ise esasta ırkçı vurgularla ulusal bütünlüğü elde etme gayreti sergilemiştir. Faşizmin bir ideoloji olarak sistematik bir yönetim biçimine büründüğü bu süreci, Almanya takip etmiştir. Aynı dönemde I. Emperyalist Paylaşım Savaşı’ndan yenik çıkan Almanya, B. Musolini’den etkilendi. Devamındaysa temel ilkeleri A. Hitler tarafından ortaya konulan Nasyonal Sosyalist bir parti ortaya çıktı. Esasta sosyalizm ve komünizmi hedef alan ve imha etme yönelimi gösteren B. Mussolini ve A. Hitler’in vahşet sahnelerine imza atan faşist pratikleri, dünyada bütün sağ-milliyetçi düşüncelerin ve iktidarların özümsenen temel tarzı oldu.

Burada önemle ifade etmek gerekir ki; burjuva parlamentarizmi, burjuva demokrasisinin bir göstergesi olmakla birlikte, faşist diktatörlükle asla bağdaşmaz bir şey değildir. Nitekim İbrahim Kaypakkaya, G. Dimitrov’dan şöyle bir alıntıyla konuya açıklık getirmektedir: “Tarihsel, toplumsal ve ekonomik koşullar; ulusal özellikler hatta bir ülkenin uluslararası durumu, faşizmin ve faşist diktatörlüğün değişik ülkelerde değişik biçimlerde gelişmesine yol açmaktadır. Faşizmin geniş bir kitle dayanağı bulamadığı ve faşist burjuva kampın çeşitli grupları arasındaki mücadelenin kesin olduğu birtakım ülkelerde bu rejim, öncelikle parlamentoyu feshetme yoluna gitmez. Sosyal Demokrat Partiler de dahil olmak üzere, öteki burjuva partilerinin biraz meşruiyet elde etmelerine göz yumar. Başka ülkelerde eğer yönetici burjuvazi erken bir devrimin patlak vermesinden korkuyorsa, faşizm, sınırlandırılmamış olan siyasi tekelini kurar. Bunu, ya hemen ya da rakip parti ve gruplara karşı terör yönetimini ve kan kusturmayı artırarak yapar. Kendi durumu özellikle açıklığa kavuşunca bu durum faşizmin, kendi temelini genişletmesini ve sınıfsal yapısını değiştirmeksizin açık terörist diktatoryayı kaba ve uydurma bir parlamentarizmle birleştirmesini engellemez.” (Faşizme Karşı Birleşik Cephe, s. 60, Aktaran İbrahim Kaypakkaya, Bütün Eserleri, Nisan Yayıncılık, s. 399)

Türkiye’de Irkçılık Politikası…

Başlangıcında dini-mezhepsel ardından da bunu ırkçılıkla birleştirerek imha ve asimilasyon ile iktidarını sürdüren Osmanlı da bu biçimde güçlü durdu. Çöküş dönemiyle birlikte önce Osmanlıcılık sonrasında ise Türk-İslam sentezi üzerine iki noktadan otorite sağlayan Osmanlı’nın tarihi işgal, soykırım, katliam, asimilasyon gibi bir dizi vahşete dayanmaktadır. Esasta İslam temelinde işgalcilik üzerine var olan ve genişleyen Osmanlı’nın inanç üzerinden “mala çökmeyi ve kafir avlamayı” helal kılan işgalci politikaları, kapitalizmin gelişmesiyle birlikte uluslaşma sürecine giren Türk ulusunun toplumsal kodlarına işleyen bir pozisyona evrilmesini sağlamıştır. Osmanlı’da “teklik ve yücelik” kavramlarının toplumsal kodlara işletildiği dönüşümün yeniden var oluşu TC ile çağın dizaynına uygun bir biçimde askeri faşist bir diktatörlük olarak açığa çıkmasına zemin sunmuştur.

Bu diktatörlüğün dayandığı noktalardan biri de ırkçılık olmuştur. Bu gerçeği İbrahim Kaypakkaya şöyle özetlemektedir: “Türkiye’de ırkçılık politikası, yerli hakim sınıfların politikasıdır; burjuvazinin siyasi bakımdan en geri kesimlerinin ve feodalizmin politikasıdır; feodal ve feodal-burjuva eğilimidir. Bu karakterinden dolayı ırkçılık politikası, tutarlı burjuva demokratizminin bile düşmanıdır. Türkiye’de bu akımın en aşırı temsilcisi, Hitler taslağı Türkeş ve onun partisidir. AP, MGP, CHP ve benzer partilerde ırkçılık politikası, taraftarlığı çok kuvvetli olarak mevcuttur. Irkçılık politikası diğer millet ve milliyetleri, feodal sopayla ezme, sindirme, yok etme politikasıdır. Türkiye’de Kürt ulusuna ve diğer azınlık milliyetlere karşı ırkçılık politikası güdenler, işte bu feodal ve feodal-burjuva sınıflar ve onların siyasi partileri, iktidarlarıdır. Emperyalizm, menfaatlerine elverdiği yerde, bu sınıfların ırkçılık politikasını kışkırtır ve destekler; menfaatlerine elvermediği yerde bu politikanın karşısına çıkabilir.” (age, s. 231)

Bu minvalde TC devleti nezdinde iktidar olan bütün partilerin ekonomik, siyasal krizlerin kurtuluş yolu da ezilen diğer ulus, milliyet ve inançlara saldırmak üzerinden şekillendi. Bunun en son örnekleri AKP-MHP hükümetinin HDP’ye dönük faşist saldırıları ve toplumda alevlendirdikleri ırkçı saldırıları olmaktadır. Katliamlarla sonuçlanan bir seviyeye ulaşan bu faşist ve ırkçı saldırı sonuçlarının tekerrüre denk gelmesi ve şiddetlenmesi arka plandaki tarihsel misyonun, kaynağını ve yeniden dizaynını ortaya koymaktadır.

TC’nin karakteristik yapısından ve siyasal partilerinin şekillendiği ideolojik şema bir bütünlüklü olarak misyon, kaynak ve yeniden dizayn olgularına dair çok açık biçimde argümanlarını ortaya koymaktadır. B. Mussolini ve A. Hitler faşizminden bir fark olarak bütün kavramların tartışılması gereken bir nokta ise burada faşizmin ve ırkçılığın bu denli açık bir biçimde kendisini nasıl yeniden ve yeniden üretebildiği olmalıdır.

TC’de Irkçılık Bir Realitedir!

Türkiye toplumunda ırkçılığın zemin bulması ve gelişmesine dair şu tarihsel arka plana işaret etmemiz yararlı olacaktır: “Yeni devletin hakimleri olan Türk burjuvaları ve toprak ağaları, her alanda ırkçılığı yaymaya ve diriltmeye girişmişlerdi. Tarihi yeni baştan kaleme alarak, bütün milletlerin Türklerden olduğu gibi ırkçı ve saçma bir teori icat etmişlerdi. Bütün dillerin kaynağı da Türkçeydi(!). Güneş Dil Teorisi bunu ispatlamak için uyduruldu. Türkler efendi milletti (gerçekte “efendi” olanlar, Türk hakim sınıflarıydı): Azınlıklar ona itaate mecburdu. Türkçeden başka dil konuşmak yasaktı. Azınlık milliyetlerin bütün demokratik hakları gasp edilmişti.

Onlara her türlü eziyet ve hakaret mübahtı. Kürt olanlara aşağılayıcı sıfatlar takılıyordu. Türk işçi ve köylüleri arasında bir Türk şovenizmi yaratılmaya çalışılıyordu ve bunda az çok da başarılı olunmuştu. Bütün ülke çapında uygulanan “örfi idareler”, Doğu’da katmerli bir şekil alıyordu. Kürt bölgesi sık sık “askeri yasak bölge” ilan ediliyordu vs. vs… Bütün bunların, hakim millet şovenizmine bir tepki olarak, ezilen ulus milliyetçiliğini güçlendirmesi kaçınılmazdır. Kürt köylülerini, kendi milliyetinden burjuvaların ve feodal beylerin safına itmesi kaçınılmazdır. Büyük çoğunluğu Türkçe dahi bilmeyen Kürt halkı, özellikle Kürt köylüleri, kendilerini bir sömürge valisi gibi ezen, zulmeden, aşağılayan bu yeni idarenin memurlarına, doğal olarak şiddetli bir tepki gösteriyordu. Köylülerin bu haklı tepkisi zorunlu olarak feodal Kürt beylerinin ve Kürt burjuvalarının tepkisiyle birleşti. Kürt isyanları böyle doğdu. Komünistler bu isyanların zulme, milletleri ezme politikasına, eşitsizliğe, imtiyazlara karşı yönelen ilerici ve demokratik yanını destekler; ama feodal beylerin kendi başlarına hükümranlık sağlamak istemesine veya burjuvazinin kendi üstünlükleri uğruna mücadelesine de karşı çıkarlar; hiçbir milletin burjuva ve toprak ağaları sınıfının imtiyazını ve üstünlüğünü savunmazlar.

O dönemlerde TKP yanlış bir politika izlediği için, Türk hakim sınıflarının milli baskı politikasını kayıtsız şartsız destekledi. Kürt köylülerinin milli baskılara duyduğu kuvvetli ve haklı tepkiyi proletarya önderliğiyle birleştirmek yerine, Türk burjuva ve toprak ağalarının peşine takıldı, böylece de iki milliyetten emekçi halkın birliğine büyük zarar verdi. Kürt emekçileri arasında Türk işçilerine ve köylülerine karşı güvensizlik tohumları saçtı.” (age, s. 243, abç.)

Kısa TC tarihi somut ırkçı politika ve saldırılarla dolu olsa da son üç ayda yaşanan kimi pratikleri özetlemek Türk hakim sınıflarının ırkçılığı nasıl aktüel olarak kullandıklarını da göstermektedir.

* Halkların Demokratik Partisi (HDP) İzmir İl Binasına 17 Haziran günü gerçekleştirilen saldırıda HDP üyesi Deniz Poyraz göz göre göre aylar öncesinden planlanmış bir saldırı ile katledildi. Katilin Doğu ve Kuzey Suriye topraklarında çekilmiş silahlı fotoğrafları devlet ve iktidar destekli bir katliamın bütün emarelerini açıkça ortaya koymaktadır.

* 19 Temmuz 2021’de Afyon’un Sultandağı ilçesine bağlı Dereçine Beldesinde, berbere giden mevsimlik tarım işçisi Kürtlere ırkçı saldırıda bulunuldu. 7 kişi yaralandı.

* 20 Temmuz 2021 tarihinde Ankara’nın Altındağ ilçesinde bir Kürt aileye yapılan saldırıda 2’si ağır 4 kişi yaralandı.

* 21 Temmuz 2021’de Konya’nın Meram ilçesindeki Hasanköy Mahallesi’nde 60 kişilik bir grup, Kürt bir aileye ırkçı bir saldırı düzenledi. Saldırıda 43 yaşındaki Hakim Dal katledildi.

* 28 Temmuz 2021 tarihinde Ankara’nın İsmet Paşa Mahallesi’nde Yüksekovalı bir aileye saldırıldı ve aile zorla mahalleden çıkarıldı.

* 30 Temmuz 2021’de Konya’nın Meram ilçesinde düzenlenen ırkçı saldırıda aynı aileden 7 kişi katledildi. Ardından ev ateşe verildi. 7 kişinin cesedinde 19 mermi tespit edildi. Aile ayrıca 12 Mayıs 2021’de ırkçı bir saldırıya daha maruz kalmış ve aile fertleri yaralanmıştı.

Bu olay akabinde gerçekleşen birçok eylem ve gösteriye katılanlara yönelik de ırkçı saldırılar oldu. Tablonun bu kadar vahim bir sonuca ulaştığı noktada sadece devlet ve iktidardan doğru bakmak ve sorumlu olarak da sadece bunları belirlemek “Türkiye ve ırkçılık” tartışmalarının önemli bir noktasına değinmemek demektir.

Yukarıda da bahsettiğimiz gibi ırkçılığın temeli Türk ulusu üzerinden toplumsallaşmış bir boyuta ulaşmıştır. Gelinen aşamada İbrahim Kaypakkaya’nın işaret ettiği “Türk işçi ve köylüleri arasında bir Türk şovenizmi yaratılmaya çalışılıyordu” tehlikesi hayata geçirilmiş durumdadır. Irkçılık ve şovenizm politikası Kaypakkaya’nın da kısaca özetlediği tarihsel bir arka plan ve kaynaktan gelmektedir.

Daha çocuk yaşta eğitimden sokağa bir çocuğun ilk öğrendiği şey kendi kimliğinin “tekliği ve yüceliği” olmaktadır. Bu nedenle toplumsal bir karşılığı olan ırkçılık, bütün iktidarlar için her zaman bir varlık ve devamlılık silahı olmaktadır.

Devrimci ve sosyalist hareketlerin esas yüklenmesi ve yönelmesi gereken bir nokta da burasıdır. Çünkü emekçi kitleler içinde kökleşmiş faşist ideolojinin şoven ve ırkçı damarını zayıflatılabildiğinde ve en nihayetinde imha edebildiğinde misyonumuzu yerine getirmiş ve iddiamızın altını doldurmuş olacağız. Bu damarı yok ettiğimizde devlet ve iktidarlarının devranlarını devri daim kılan kaynakları da ortadan kaldırmış olacağız.

 

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu