GüncelMakaleler

POLİTİK-GÜNDEM | “Doğal Afet” Denilen Halk Düşmanlığına, Irkçı-Faşist Saldırılara Karşı BİRLEŞE BİRLEŞE KAZANACAĞIZ!

"Gerçek boyutları gizlenen bu katliam, yaşam hakkının yerine özel mülkiyeti ve kâr mantığını koyan, dere yatakları dahil her şeyin satılabileceğini vaazeden sistemin; onun şu andaki uygulayıcısı konumunda olan ve ülkeyi anonim şirket patronu gibi, müteahhit gibi yönetenlerin kurduğu beton uygarlığının doğal sonucudur"

Türkiye son haftalarda felaketlerle boğuşuyor. Sel ve orman yangınları yüzlerce insanın hayatını kaybetmesine, binlerce hayvanın ölümüne, milyonlarca ağacın-bitkinin yanmasına neden oldu. Bunlar yetmezmiş gibi, doğrudan AKP-MHP faşist kliğinin örgütlediği kontrollü kontrgerilla eylemiyle Ankara’da Suriyeli göçmenlere yönelik ırkçı saldırılar gerçekleşti. Göçmenlerin ev ve işyerleri yağmalandı. Yaşanan ırkçı saldırı, TC’nin tarihinde onlarca örneği görülen, planlı ve kontrollü bir kontrgerilla örgütlenmesiydi.

Batı Karadeniz’de ve özellikle Kastamonu’nun Bozkurt ilçesinde yaşanan sel felaketi ise AKP-MHP iktidarının gelinen aşamada Türkiye halkı açısından “bir güvenlik sorunu” haline geldiğinin somut örneğini oluşturdu. Sel felaketi sırasında ve sonrasında yaşananlar, TC faşizminin içinde bulunduğu durumu göstermesinin yanında, halkın “kaderiyle” baş başa bırakılması ve aradan geçen zamana rağmen halen gerçek kayıpların açıklanmamasına neden oldu. Faşizm halka karşı tam bir suç makinesi gibi çalışmakta, dahası yandaş medya aracılığıyla manipülasyona başvurmakta, gerçekleri tersyüz etmektedir.

Yaşanan orman yangınları ve sel felaketlerinin nedenini “iklim değişikliği”ne bağlamak yanıltıcıdır. Dahası Bozkurt ilçesinde de görüldüğü üzere gerçek sorumluların ve suçluların üzerini örtmeye yaramaktadır. Elbette son yıllarda giderek artan “doğal afet”ler “iklim değişikliği”nden bağımsız değildir. Ancak “iklim değişikliği” bir sonuçtur. Bu sonucu yaratan ise emperyalist kapitalist sistemdir.

Emperyalist kapitalist sistemin güdümündeki kurumlar bile yaptıkları açıklamalarda bu gerçeğe işaret ediyor ve “kaygı”larını dile getiriyorlar. Bu kuruluşlardan olan Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC)’nin 6’ncı Değerlendirme Raporu, 9 Ağustos’ta yayınlandı. Raporda iklim değişikliğinin yaygın şekilde görüldüğü ve artarak ilerlediği belirtilmektedir. Rapor çok tehlikeli saptamalar içeriyor ve bir paradigma değişikliğine de işaret ediyor: Tüm önlemler zamanında alınsa bile, iklim krizinin, kutuplardaki buzların, dağlardaki buzulların erimesi, deniz seviyesinin yükselmesi, okyanus sularında asit oranının artması gibi sonuçlarının artık geri çevrilemeyecek bir aşamada olunduğu belirtiliyor.

Raporda ayrıca gelecek on yıllarda iklim değişikliğinin tüm bölgelerde artacağını öngörürken, 1.5 santigrat derece küresel ısınmayla sıcak hava dalgalarının artacağı vurgulanarak, sıcak mevsimlerin uzun, soğuk mevsimlerin ise kısa olacağı kaydedildi. İklim değişikliğinin “yaygın, hızlı ve yoğun” olacağı uyarısında bulunulan raporda, ayrıca 2 santigrat derece küresel ısınmada aşırı sıcaklıkların tarım ve sağlık için kritik tolerans eşiğine daha sık ulaşacağını gösterdiği kaydedildi. Rapor küresel sıcaklık artışı 1.5 santigrat derece ile sınırlanabilse bile aşırı sıcak dalgaları, sert fırtınalar, sel ve kuraklığın “insanların” yaşamını etkilemeye devam edeceği belirtiyor.

Özcesi aşırı kâr hırsına dayalı emperyalist kapitalist sistem, dünya çapında bir yıkımın taşlarını döşüyor. Sadece insan değil bütün canlıların, yerkürenin geleceğini tehdit ediyor. Kapitalist sistem artık geri döndürülemez bir şekilde doğanın dengesini bozmuş durumdadır. Eğer şimdiden kapitalist sisteme müdahale edilmez, sistemin kökten değişimi sağlanmazsa önümüzdeki yıllar bütün canlılar açısından oldukça zor geçecektir.

Bu açıdan emperyalist kapitalist sisteme karşı mücadele bir gereklilik olarak karşımıza çıkıyor. İnsan dahil bütün canlıların yaşamının korunması için devrimci mücadele bir zorunluluk olarak kendini dayatıyor.

 

“Doğal Afet” Değil Yağma-Talan Saldırısı!

Aşırı kâr hırsına dayalı kapitalist sistem, dünya çapında bu türden tehlike ve sonuçlara yol açarken, coğrafyamızda da bu değişikliklerin etkisi görülüyor. Ancak bu etki, TC’nin fıtratı nedeniyle daha ağır sonuçlara yol açıyor. Örneğin aşırı sıcaklarla birlikte orman yangınlarının çıkabileceği bilinmesine rağmen, orman yangınlarını söndürmek için hiçbir hazırlık yapılmıyor. “İtibardan tasarruf olmaz” denilerek Saray’a 13 uçak alınırken, orman yangınlarıyla mücadele edecek tek bir yangın söndürme uçağı bulunamıyor. Sonradan elde olanların da hangarlarda çürümeye terk edildiği anlaşılıyor.

Faşizm orman yangınlarını söndürmek bir yana “krizi fırsata çevirerek” bir yandan yanan bölgeleri imara açarken diğer yandan ise yangınların sorumlusu olarak Kürt halkını gösterme yoluna gidiyor. Irkçılığı ve şovenizmi körükleyerek iktidarının devamını sağlamayı amaçlıyor. Sorumluluğunu gizlemek için yangınların çıktığı bölgelerdeki yerel sorumluları suçluyor. AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı R.T.Erdoğan, yangının sorumluluğunu da şu sözlerle belediyelere yıktı: “Yerleşim bölgelerindeki yangın vesairelerin sorumluluğu kimin? O da oradaki büyükşehir belediyelerinin sorumluluğundadır.” (4 Ağustos)

Faşizm orman yangınlarını söndürmedeki başarısızlığını değil, bu başarısızlığın tartışılıyor olmasını sorun etmektedir. Nitekim yangınlar sürerken yayınlanan MGK bildirisinde: “Orman yangınlarına karşı yürütülen mücadele gözden geçirilmiş, hadisenin dezenformasyon kampanyaları değerlendirilmiş, ilave tedbirler görüşülmüştür” denilmektedir. (5 Ağustos) Bu açıklamadan da anlaşılacağı üzere TC yangınları değil ama yangınlara neden müdahale edilmediğinin tartışılıyor olmasını ve sorgulanmasını, bir güvenlik sorunu olarak görmekte ve ek tedbirler alacağını açıklamaktadır.

Bu tedbirlerin neler olacağı da çok geçmeden anlaşılmıştır. İktidarın küçük ortağı MHP lideri Devlet Bahçeli ve Saray’ın propaganda sorumlusu Fahrettin Altun ayrı ayrı yaptıkları açıklamalarda “Yalan Haber, Yalan Siyasetle Mücadele Kurulu” adıyla bir heyet kurulduğunu duyurmuşlardır. Faşizmin bizzat kendisinin yalan haber ürettiği koşullarda bu türden adımların atılıyor oluşu, halka yönelik dezenformasyon kampanyalarının artarak sürdürüleceği anlamına gelmektedir. İktidar ayrıca rakip burjuva hakim klik partilerinin muhalefetini de “yalan” parantezi içine almak istemektedir.

TC faşizminin halk düşmanı bir rejim olduğu ve dezenformasyon kampanyalarına başvurduğu sadece orman yangınlarında açığa çıkmadı. Kastamonu’nun Bozkurt ilçesinde yaşanan ve gerçek bir katliama dönüşen felakette de ortaya çıktı. Yağma ve talan uğruna nehir yatağına kurulmuş bir ilçeden bahsediyoruz. Bozkurt’ta yaşanan bir “doğal afet” değil tam aksine yağma-talan ve çökme düzeninin doğal sonucudur. Gerçek boyutları gizlenen bu katliam, yaşam hakkının yerine özel mülkiyeti ve kâr mantığını koyan, dere yatakları dahil her şeyin satılabileceğini vaazeden sistemin; onun şu andaki uygulayıcısı konumunda olan ve ülkeyi anonim şirket patronu gibi, müteahhit gibi yönetenlerin kurduğu beton uygarlığının doğal sonucudur.

Daha da vahimi R.T.Erdoğan’ın yaşananlar karşısında sorumlu davranmak yerine “Amerikası, Rusyası yangınların altından hala kalkamadılar. Hamdolsun biz 20 günü bulmadan kurtulduk” açıklaması yapabilmesidir. Orman yangınlarının yanacak bir şey kalmadığı için sönmesi bir yana, sel katliamının yaşandığı bölgeye yaptığı ziyarette “devletin yıkılmayacağından bahsetmesi” meselenin doğrudan devlet aygıtıyla ilişkisine iyi bir örnektir: “Bu afetleri aşacağız. Ne gerekiyorsa devlet olarak yapacağız. Küllerimizden yeniden ayağa kalkacağız. Hiç merak etmeyin. Bu millet hiçbir zaman çömelmedi. Bu devlet hiçbir zaman yıkılmadı, yine yıkılmayacağız.” (13 Ağustos)

R.T.Erdoğan, daha bir hafta önce orman yangıları karşısında dünyadan yardım isteyenleri “devleti küçük ve güçsüz düşürmek”le suçladığı açıklamasından sonra “milletin ayağa kalkması ve devletin yıkılmaması için” yangın ve sel felaketleri için yardım kampanyası başlatıldığını duyurdu ve halka yine İBAN verdi.

Öte yandan şu gerçeği de vurgulayalım; orman yangınları ve sel felaketi karşısında meselenin sadece AKP ile ilgili olduğu propagandası yanlıştır. Sorunun muhatabı sadece AKP değildir. Sorun bir sistem sorunudur ve AKP öncesinde ve sonrasında da yaşanmaya devam edecektir. Sistem değişmediği müddetçe, halk bu türden doğal afet adı altında katliamlarla katledilmeye devam edecektir.

 

Altındağ Gelecekteki Irkçı Saldırıların Provasıdır’

TC’in gerçek karakteri Ankara Altındağ’da Suriyeli sığınmacılara yönelik gerçekleştirilen ırkçı faşist saldırıda bir kez daha açığa çıkmıştır. Suriyeli sığınmacılar başta olmak üzere, sığınmacılara yönelik artan faşist ve ırkçı saldırıların sorumlusu sadece iktidar sahipleri de değildir. İktidarı ve muhalefetiyle bütün burjuva hakim sınıf partileri saldırılardan sorumludur.

Bu anlamıyla CHP lideri K. Kılıçdaroğlu’nun Afgan ve Suriyeli sığınmacılar üzerinden provokasyon yapıldığını belirtip “Saray iktidarının ülkeyi yangın yerine çevirmesine izin vermeyeceğim” açıklamasında bulunması tam bir ikiyüzlülüktür. (11 Ağustos) Düne kadar başta CHP lideri olmak üzere bir dizi politikacının sığınmacılar üzerinden oy devşirme açıklamaları bilinmektedir.

Altındağ’daki ırkçı saldırıdan AKP’nin 10 yıldır kendi çıkarları için kullanageldiği sığınmacı sorununun yarattığı tepkiden kendi çıkarları için faydalanabileceğini düşünen başta CHP olmak üzere bütün düzen içi muhalefet sorumludur. Yaşanan ırkçı saldırı, bu çevrelerin birkaç haftadır yükselttiği demagojik söylemler ve açıklamalar eşliğinde kontrgerillanın asparagas haberleriyle örgütlenmiştir. Irkçı saldırının planlı ve kontrollü bir kontrgerilla eylemi olduğu, kışkırtmalar sonunda göstere göstere yapıldığı ve dahası önümüzdeki süreçte yaşanacakların bir provası olduğu açıktır.

Bu ırkçı saldırı, tıpkı 7 Haziran seçimleri sonrasında HDP’ye karşı başlatılan “çöktürme hareket planı” gibi, 15 Temmuz darbe girişimine karşı yapılan “karşı darbe” gibi yeni süreçte AKP-MHP faşist iktidarının politikası olarak şekillenmektedir. Bu gerçeği bir zamanlar kontrgerilla aparatı olarak hizmet veren Sedat Peker de ifşa ve itiraflarında ifade etmektedir.

Faşizm Altındağ’daki saldırıda, başta Kürt halkı olmak üzere, kendisine karşı muhalefet eden herkesi sindirmek için sığınmacılar gibi “kullanışlı bir aracı” gündeme getirmiş ve bunda da başarılı olmuştur. Önümüzdeki süreçte bu türden ırkçı saldırıların artması kuvvetle muhtemeldir. Linç kültürü, ırkçılık ve şovenizm faşizmi güçlendirecek ve iktidarını sağlamlaştıracaktır. Hedeflenen budur.

 

Birleşirsek Kazanırız!

Faşizmin bu türden saldırılarına karşı çıkmak, başta sığınmacılar olmak üzere, her kesime ve çevreye yönelik bu türden ırkçı, şovenist saldırganlığın karşısında durmak devrimci bir görevdir. Dahası anın devrimci tutumlarından biridir.

Sığınmacılara yaklaşım devrimci hareket açısından bir turnusol kağıdıdır. Suriyeli sığınmacıların Suriye’deki savaştan kaçmasının birinci dereceden sorumlusu da TC’dir. Suriye iç savaşına önce desteklediği çetelerle dahil olan, onlara her türlü lojistik desteği sunan ardından da bizzat kendi askeriyle işgal eden TC’nin bu politikasına karşı çıkmayıp destekleyenler bugün sığınmacılardan şikayet etmektedirler. Suriyelilerin Türkiye’de olmasının nedeni, Türkiye’nin Suriye’de olmasıdır. Dolayısıyla gerçek sorun Suriyeli sığınmacılar değil TC faşizmidir.

Önümüzdeki süreçte başta Suriyeli sığınmacılar olmak üzere, göçmenlere ve mültecilere yönelik ırkçı ve faşist saldırıların artacağı öngörülmelidir. Bir futbol maçında mültecilere yönelik ırkçı ve ayrımcı sloganların atılıyor olması dahi, hakim sınıflar eliyle toplumda yaratılan ırkçılığın ve şovenizmin ne boyutta olduğuna dair işarettir. Irkçılık ve şovenizmle mücadele etmek, başta Kürt halkı olmak üzere, Suriyeli sığınmacılar, mülteci ve göçmenlere karşı ırkçı ve şoven saldırılara karşı durmak, faşizmin üzerinde yükseldiği zeminin ortadan kaldırılmasına hizmet edecektir.

Bu açıdan Birleşik Mücadele Güçleri’nin “Birleşirsek Kazanırız” şiarıyla başlatacağı hamle önemli bir yerde durmaktadır. Ülkemizde son süreçte yaşanan ırkçı faşist saldırganlığa, doğal afet adı altında emekçi halkımıza reva görülen katliamlara karşı birleşik devrimci mücadeleyi örgütlemek ve yükseltmekten başka bir çıkış yolu bulunmamaktadır. AKP-MHP iktidarının devreye soktuğu ve ana hedefi sığınmacılar olduğu anlaşılan yeni saldırı konseptine karşı, hakların eşitliği ve dayanışmasını önceleyen bir politik yaklaşımla anti-faşist mücadeleyi örgütlemek ve büyütmek göreviyle karşı karşıyayız.

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu