DerlediklerimizGüncel

Nubar Ozanyan | Açların ayak sesleri

Açlık ve sefaletle terbiye edilmek istenen işçilerin direnişleri giderek, yayılarak büyümektedir. Her şeyin bittiği, tarihin sona erdiği söylenilen bir devirde yeryüzünün tanıklık ettiği direnişler gelişiyor.

Açlık, yoksulların bitmeyen öyküsüdür. Dikiş tutmayan ve her yanı korku sarmalayan bu ülkede, her yoksulun öyküsü aynı zamanda kölelik öyküsüdür. Her geçen gün aç midelerin sayısı hızla artarken yalanlarına yenilerini ekleyen patronlar “iş yok değil, iş beğenmeme var” diyerek işçi ve emekçileri kandırmaya, aldatmaya çalışmaktadır. Market ya da pazar çöplerini karıştırarak açlıklarını bastırmaya çalışanlar; sokaklarda kağıt, boş şişe, hurda toplayıp yaşamaya çalışanların sesi ve öfkesi yükseliyor. Elektrik-su-doğalgaz faturasını ödeyemeyip, borç batağında nefes alamayanların sayısı, tok yaşayanların sayısından daha hızlı artmaktadır.

Bolluk içinde yokluk yaşayan, midesi boş, baldırı çıplakların sayısı dünyada milyarlarla ifade edilmektedir. Bu ne rastlantısal bir durum olarak ne de kötü yöneticilerin basiretsizliğiyle açıklanabilir. Bir yanda aşırı üretim diğer yanda satın alma imkanları alabildiğine kısıtlanmış yoksul yığınlar. Oysa halkın satın alabileceğinden çok daha fazla meta üretilerek pazarlar metaya boğulmuş durumdadır. Hiçbir şey sistemi, emperyalist kapitalizmin gerçekliğini sahte kavramlarla örtemiyor artık.

Genelde asgari ücret tespiti ve asgari ücret üzerinden vergi verilmesi gerektiği tartışmaları yürütüldüğünde “zor durumda olan ekonominin düzelmesi” ve “iyileşmesi” için işçi ve emekçilerin fedakarlık yapmasından bahsedilir. Oysa işçileri ve emekçileri düşünmeyen, mevcut burjuva-feodal iktidar, yandaş şirketlere ödeme yapmakta tereddüt etmiyorsa; biriken borçlarını aksatmadan ödeyip işçilere emekçiler ise fedakarlık nutukları atıp onları sokaklardan, çöpten yiyecek toplamaya zorluyorsa bu sistemin adını iyi belirlemeliyiz. Bu ülkede söz sahibi, emek değil sermayedir. Çalışanlar değil çalışmadan lüks ve sefa içinde yaşayan kompradorlardır ekonomiyi, siyaseti, çalışmayı, yaşamı belirleyenler ve ülkeyi yönetenler. Sermaye ve AKP-MHP faşist hükümeti bir yanda; kölelik ücretine ve açlığa mahkum edilen milyonlar karşı taraftadır.

Yeryüzünün efendileri tarafından anlatılan öykü, milyonların açlık ve sefalet öyküsüdür. Bu öykü, yalnız ülkemizin işçilerinin, emekçilerin, ezilenlerin öyküsü değil; yeryüzünün tüm lanetlilerin öyküsüdür.

Emeğin sömürülerek metaya, metanın paraya, paranın sermayeye doğru evrilerek gelişen sürecin yaşadığı ve yaşattığı çelişkiler, uzlaşmazlıklar, emperyalist-kapitalist sistemin krizidir. Bunu toplumsal patlamalar yaşamadan sürdürmeye çalışıyorlar. Yapılan bundan başka bir şey değildir.

Yaşanan açlık ve sefalet krizi, sermayenin egemenliği üzerine inşa edilmiş emperyalist-kapitalist üretim tarzının yaşadığı ve yaşattığı krizdir. Depolar, pazarlar ağzına kadar üretim ve geçim araçlarıyla dolup taşarken bu metaları tüketemez durumda olan halk, sefalet ve açlık içinde yaşamaktadır. Rastlantıyla, plansızlık ve kaosla işleyen üretim, aç mideleri doyurmak için değil satın alma gücü olanlar, gözü doymak bilmeyenler içindir. Bir yanda her türlü üretim aracı bolluğu diğer yanda satın alamayan açlar ordusu var. Bir yanda depolarda biriken, pazarlarda satılamayan malların aşırılığı öte yanda aç sefil milyarlar… Bolluk içinde yokluk çelişkisi kapitalizmin var oluş çelişkisidir. Bollukta bunalım, bolluğun üretildiği yerde yoksunluk ve kriz üretilir. Bu kapitalizmin değişmeyen temel yasasıdır.

Açlık ve sefaletle terbiye edilmek istenen işçilerin direnişleri giderek, yayılarak büyümektedir. Her şeyin bittiği, tarihin sona erdiği söylenilen bir devirde yeryüzünün tanıklık ettiği direnişler gelişiyor. Kapitalizmi yücelterek onu “ölümsüz” yapan safsatalar, krizle birlikte yıkılıp gitmektedir. Yeni renkli ambalajlar dikiş tutmuyor. Onbinlerce dolar maaş alan ekonomi uzmanlarının, siyaset mühendislerinin piyasaya sürdükleri masallar para etmiyor. Kapitalist sistem tarafında yayılan “tatlı hayaller” krizin yıkıntıları altında birer birer parçalanıyor. Ve yeryüzünün lanetlileri Hindistan’da, Peru’da, Arjantin’de, Filipinler’de, İtalya’da, İspanya’da, Nijerya’da, Kolombiya’da, Tayland’da, Türkiye’de kısacası dünyanın her yerinde yeryüzünün efendilerine meydan okuyor.

İttihatçı-Kemalist iktidar, işçi ve emekçileri açlıkla terbiye etmeye çalışırken Kürt halkının özgürlük mücadelesini haksız-gerici-saldırgan bir savaşla dize getirmeye çalışıyor. İSİG Meclisi’nin açıklamasına göre, 8 ayda en az 368 Covid-19 nedenli iş cinayeti işlendi. Bunların 8’i çocuk, 14’ü kadın, 12’si göçmen ve sadece 10’u sendikalı işçiydi. Ekim ayında tespit edilebilen kadarıyla en az 207 işçi, 2020 yılının ilk on ayında ise en az 1.736 işçi çalışırken hayatını kaybetti. İş cinayetleri artarken yoksulluk da artarak devam ediyor. Başta Türkiye olmak üzere özellikle T. Kürdistanı’nda işsizlik de bir çığ gibi büyümekte. Yükselen hak taleplerini; kadın, LGBTİ+, gençlik, işçi ve Kürt ulusal özgürlük hareketini bastırmak için hiçbir masraftan kaçınmayan faşist TC devleti, bugünkü temsilci AKP-MHP iktidarı ve havuz medyası söz konusu halkımız olunca “tasarruf ve sebat” önerilerinde bulunuyor. Ancak bıçak kemikte! Bıçağın kemikte olduğu yerde herkes irili ufaklı direnişte. Sinbo ve BİMEKS’te kadınlar yalnızca emeğin değil, katmerli bir sömürü sistemi olarak kadın emeğinin sömürülmesine karşı direniyor. Madenciler yürüyüşleri ile iktidara korku salıyor. TÜPRAŞ’ta direniş, Özay Tekstil’de kazanımlar var. Ancak bütün bunlar tek başına yeterli değil.

Emek cephesi Kürt özgürlük mücadelesine elini uzatarak kurtuluş yolunu belirlemelidir. Yaşıtları günde 3 saat dışarıya çıkabilirken pandemi kararlarına rağmen günde 12 saat freze makinesi başında çalışmak zorunda olan Yasin’in “Maskeyle çalışmama rağmen korkuyorum” diyen sesi Amed’de işkence edildikten sonra ters kelepçe ile gözaltına alınan yaşıtının sesiyle birleşip faşizme kalıcı darbeyi indirmelidir. Sokakları inleten açların ayak sesleri dağlardaki özgürlük haykırışlarına kulak vererek mücadelesini ortaklaştırıp birleştirmelidir. Bunu anlık dönemsel değil, kalıcı stratejik hale getirmelidir. Faşizmin yıkılıp özgürlüğün kazanılmasını sağlayacak bu stratejik birlik ve bu birliğin düzenleyeceği eylemlerdir.

Fakir için ekmek, Kürt için özgürlük yoksa zengin için huzur olmayacak. (08.12.2020, Yeni Özgür Politika)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu