GüncelMakaleler

POLİTİK-GÜNDEM | Faşist İttifakta Sıkışmışlık ve Kriz Hali; Toplumsal Muhalefette Sokakta Fiili Direniş!

Bugünkü gerçekliğimiz ölçüsünde kayyum darbesine karşı durmak ve direnişi büyütmek adına ortaya koyduğumuz anlamlı pratiğin, geniş yelpazede devrimci, demokratik ve yurtsever güçlerin en geniş kesimiyle sürdürülmesi büyük önem taşıyor!

Uluslararası emperyalist-kapitalist sistem, giderek derinleşen ve yakın zaman içinde sonuçları çok boyutlu ve katmanlı bir şekilde görülecek olan bir kriz girdabı için de son sürat yol alıyor.

Reel ekonomik göstergelere göre, başta ABD olmak üzere merkez emperyalist ekonomiler yavaşlıyor, büyüme oranları düşüyor; Arjantin ve Türkiye gibi yarı-sömürge ekonomiler ciddi oranda küçülme yaşıyor.

Küresel imalat sanayi üretimi yavaşlamış durumda, dünya ticareti ve nakliyesi belirgin bir düşüş içinde,  yeni siparişler azalıyor, petrol fiyatları yüzde 3,5 oranında düşüş gösteriyor.

Faiz oranları sıfıra kadar geriler, getiri eğrisi terse dönerken, borç stoklarındaki artış hız kesmeden sürüyor; küresel borsalar ani düşüşler yaşıyor (Ağustos ayında ABD tarihinin en büyük çaptaki günlük 4. ve 7. borsa düşüşleri yaşandı)

Moody’s tarafından düzenlenen “ Sanayi Şirketlerinin Tahvil Getirisi Eğrisi” son 63 yılın en düşük seviyesine inmiş durumda. ABD’de, sanayi üretimi daralma hattına gerilerken, IHS Markit İmalatçılar Satın Alma Yöneticileri Endeksi, Eylül 2009’dan bu yana en düşük düzeye gerileyerek 50’nin altına düşmüş bulunuyor.

Bu düşüş, giderek hizmetler sektörüne de yayılacak. ABD’de iflas açıklayan şirketlerin sayısında Temmuz ayında yüzde 5 oranında bir artış yaşanırken, büyük perakende şirketleri giderek daha fazla şube kapatıyor.

Dünya sanayi ve teknoloji üretiminin merkezlerinden biri olan Avrupa’nın en büyük ekonomisi Almanya’nın resesyon bölgesine girmesi ve bu nedenle de geniş çaplı bir mali teşvik programı hazırlığı içinde olması; İngiltere, Brezilya, İtalya ve Meksika’nın önümüzdeki bir yıl içinde resesyona girme olasılığının artması bu tabloyu iyice kötüleştiriyor.

Burjuva ekonomistler bile yeni bir küresel resesyon dalgası ile karşı karşıya olunduğu konusunda karamsar bir öngörüde ortaklaşıyor. Bu gelişmelerin özetini The Economist yapıyor: “Finansal piyasalar hep hayatlarından memnun olmakla suçlanırlardı ama bugünlerde bu mutlulukları endişeye dönüştü” (Mustafa Durmuş.31 Ağustos 2019. Açık Gazete) Bu durum, uluslararası finans alanında kurulu dengelerin bozulmasını, emperyalist merkezlerin kendi içinde ve de aralarındaki çelişkilerin derinleşmesini beraberinde getirecek.

Bu da finans kapitalin merkez ülkelerinden başlamak üzere gerek içerde gerekse de dışarda daha radikal, sert ve sağ/faşist akımların önünün açılması anlamına gelecek. Irkçılık ve milliyetçilik, askeri saldırganlık ve işgallerde ivmenin yükselmesini beklemek hayal olmayacak.

Nitekim Almanya’da yapılan seçimlerde ırkçı AfD’nin oylarında görülen ciddi artışta (AfD Saksonya’da bugüne kadar bir eyalet seçiminde aldığı en iyi sonucu aldı. Oylarını 17,8 puan artıran AfD’nin oy oranı yüzde 27,5 oldu. https://www.dw.com/tr/gündem/s-10201) bu yönelime ve gerçeğe işaret ediyor.

G-7 zirvesi (25 Ağustos 2019 Fransa) öncesinde Çin’in, ABD’nin bu yılın Aralık ayında toplamda 550 milyar dolarlık Çin malına koymayı planladığı yaptırımlara karşılık olarak ABD mallarına 75 milyar dolarlık yaptırım uygulayacağını açıklaması da bu karamsar öngörünün şimdiden karşılık bulduğunun ilk işaretleri arasında.

Kriz Sarmalı: İşsizlik, Yoksulluk ve Alım Gücünün Düşmesi

Bu durum aslında küresel emperyalist-kapitalist sistemin çelişki ve çatışmalarının giderek yeni bir aşamaya evrildiğini ortaya koyuyor.

Emperyalist-kapitalist sisteminin karakteri sürekli bir kriz haline içkin olsa ve bu süreğen bir nitelik arz etse de bugün söz konusu çelişkilerin yönetilebilir bir zeminden giderek uzaklaştığı açık. Söz konusu gelişmelerin dünyayı yeni bir kaos, şiddet ve çatışma evrenine sokması kuvvetle muhtemel.

Bu gidişatın bizim gibi ülkelerdeki etkisinin ise son derece çaplı ve de yıkıcı olduğunu biliyoruz. Son birkaç yıldır TC ekonomisinde yaşanan ve her geçen gün daha fazla derinleşen ve boyutlanan ekonomik krizi, dünya ölçeğindeki bu gelişmeler çerçevesinde ele almalı. Emperyalist küresel finans alanında yaşanan krizin ülkemize ilk yansıması dövizde ki yükseliş ve dalgalanma oluyor.

Emperyalist ekonomilerle TC’nin kurduğu ilişkinin niteliği ile Türk Büyük Komprador Burjuvazisinin karakteri, üzerinde yükseldiği zeminin zayıflığı dikkate alındığında krizin bizim ülkemizde çarpanlarıyla birlikte çok daha katmerli yaşandığı/yaşanacağı bir gerçek.

Nitekim ekonomik göstergeler de bunu teyit ediyor. TÜİK’İn açıkladığı verilere göre, Türkiye ekonomisi ikinci çeyrekte yüzde 1,5 daralmış durumda. TC ekonomisi, 2018 yılının son çeyreğinden bu yana yani 9 aydır, yüksek enflasyonu ve küçülmeyi bir arada yaşıyor.

Sanayi üretimi, haziran ayında yıllık bazda yüzde 3,9 düşüş gösterdi. 2019 yılı Haziran ayında madencilik ve taş ocakçılığı sektörü endeksinin bir önceki yılın aynı ayına göre yüzde 4,8 artması, üretemeyen TC ekonomisinin yeraltı kaynaklarına yöneldiğinin açık bir göstergesi.

Bu tablonun işçi ve emekçilere yansıması ise işsizlik ve yoksulluk ile alım gücünün düşmesi. Hane halkı nihai tüketim harcamaları yüzde 1,1 azalmış bulunuyor. Hiçbir sosyal güvencesi olmayanların sayısı (18 yaşını doldurmuş ve öğrenci olmayan) iki yıl öncesine göre 9.8 milyondan 11.1 milyona yükselmiş durumda.

SGK kayıtlarına göre geçen yılın mayıs ayında 22 milyon 581 olan toplam aktif sigortalı sayısı 391 bin kişi azalarak 22 milyon 190 bin kişiye geriledi. Geçen yılın mayıs ayına göre 391 bin kişi daha işini kaybetti.

Bu keşmekeş içinde hükümet ile önce işçiler adına Türk-İş akabinde de memurlar adına Memur-Sen ile yapılan toplu iş görüşmelerinde ortaya çıkan sonuçlar, durmak bilmeyen zam yağmuru ve dövizdeki artış, önümüzdeki günlerde işçi ve emekçileri çok daha zor günlerin beklediğini gösteriyor.

Tüm bu veriler ve göstergeler, Türk hakim sınıflarının içinde bulunduğu tablo hakkında yeterince ip ucu veriyor.

Söz konusu resim, TC devletinin dış ve iç politikada içinde debelendiği sıkışmışlık ve kriz halinin de ana nedeni durumunda.

Dünya ölçeğinde, emperyalist merkezlerde gelişen ve büyüyen krizin tetiklediği hegemonya ve çıkar dalaşının en görünür alanlardan birinin Ortadoğu sahası olması bu sıkışmışlık halini büyüten bir işlev görüyor. Emperyalist-kapitalist sistemin krizi büyüdükçe çıkar çatışmalarında da  ivme yükseliyor bu da bugünkü durumda çeşitli enstrümanlar eliyle çatışmaların şiddetlenmesini beraberinde getiriyor.

Denge Değil Dış Politikada Çaresizlik!

Suriye’de, Rusya ile ABD ve diğer emperyalist güçler arasında süregelen vekalet savaşlarında tansiyonun büyümesi ve diğer bölge ve ülkelere sıçrama potansiyelini bu gerçek üzerinden düşünmeli.

TC devletinin, dış politikada ortaya koyduğu performans emperyalistler arasındaki çatışmalara paralel bir seyir izliyor. Elbette Türk devletinin kırmızı çizgileri, kuruluş kodları, tarihsel hayalleri ve düşmanlıklarıyla birlikte. Nihayetinde bağımsız bir dış politika izleme şansı tarihsel olarak bulunmayan Türk Burjuvazisinin, ABD ile Rusya arasında mekik dokuması da son derece anlaşılır.

NATO’nun bir üyesi ve ABD emperyalizmine göbekten bağımlı durumdaki TC devleti, Osmanlıdan devraldığı geleneksel denge ve emperyalistler arasındaki çelişkilerden yararlanarak gemisini yürütme politikası kapsamında kimi hamleler yapsa da esasa damgasını vuran asla bu değil.

Öte yandan Rusya ile yakınlaşma hamlelerini ABD’ye özellikle de Kürt ulusal sorunu başlığında istediğini dayatma ve yaptırma, pazarlık gücünü artırma bağlamında görmek gerekir. Kuşkusuz son noktada, ABD’nin yörüngesinde kalınsa da, TC’nin kendi ajandası açısından önemli bir insiyatif ve hareket alanı olduğunu kabul etmek gerekir. Hele de söz konusu Kürtler olduğunda.

ABD’ye rağmen S-400’lerin alınması buna karşılık ABD’nin F-35 restiyle iyice alevlenen şimdi de İdlip parantezinde işlerin sarpa sarmasıyla yeniden Moskova’nın kapısının çalınmasına varan, bu kez de SU-57’leri gündeme getiren ve yine TC’yi ABD’nin yaptırımları ile karşı karşıya bırakacak olan döngünün bu zikzakların ana nedeni bahsini ettiğimiz bu denge politikasıdır.

Bu zikzaklardaki artışını ve sıklığını ise TC devletinin bir bütün olarak yaşadığı sıkışmışlık halinde aramak gerekir.

Türk hakim sınıflarının, toplumsal gelişim ve değişim, bu düzlemde çelişkilerin aldığı yeni biçime bir çözüm başka bir deyişle ezilenlerin gelişen direnişine karşılık bir ön alma ve yeniden yapılandırma olarak tasarladıkları ve yaşama geçirdikleri “Başkanlık Rejimi”nin henüz üzerinden bir yıl geçmişken dikiş tutmadığı dahası sorun çözmek yerine bizatihi sorunun kaynağı haline geldiğine ilişkin çok önemli veriler vardır.

Kayyum Darbesine Yanıt Birleşik Direniş

Sistemin çelik çekirdeğinde hala etkin bir güç olan AKP-MHP faşist ittifakının kendi içinde giderek büyüyen sorunlarla karşı karşıya olduğu bir gerçek. Irkçı- faşist bir çizgide her türlü demokratik hak ve özgürlüklere karşı devlet terörüne yönelen çizgi; işsizlik ve yoksulluk ile alım gücündeki düşüşle büyüyen çelişkilerin sarsıcı etkisiyle, AKP’nin hızla erimesini ve yığınlardan uzaklaşmasını beraberinde getiriyor.

AKP, onu mutlak sona götüren ancak onsuz da var olmayacağı bir aktör olarak kaderini MHP’ye bağlamış durumdadır. Bu durum, ekonomik alanda yaşanan yoksunluk ve değişim halindeki toplumsal gerçekten giderek uzaklaşılmasını da koşulluyor.

Davudoğlu ve Gül-Babacan’ın neden dün değil de bugün sahaya çıktığının ve çatışmada giderek el yükselttiği sorunun yanıtı bu toplumsal gerçeklikte saklı.

AKP-MHP gerici faşist ittifakı, büyük sıkışmışlık ve çıkışsızlık istikametinde hızla yol alıyor. Zira, hasımları cephesinde, 20 Temmuz Suruç katliamıyla başlatılan “diz çöktürme” konseptiyle devlet erki adına uygulanabilecek tüm yöntemler denenmiş ancak buna rağmen devrimci, demokratik güçlerin ve Kürt ulusal özgürlük hareketinin direnişi kırılamamıştır.

Nihayetinde Türk devletinin, Van, Mardin ve Amed’e yönelik kayyum atamalarını, başta içeride ekonomik ve siyasal alanda sonra da Ortadoğu/Suriye’de yaşadıkları sıkışmışlık ve kriz haliyle birlikte düşünmek gerekir. Meşruiyetini sandıktan aldığı iddiasıyla iktidara gelen AKP’nin henüz seçimlerin üzerinden 5 ay geçmeden hiçbir ciddi gerekçe sunamadan yaşama geçirdiği tasarruf aslında içeride ne kadar sıkışmış olduğunun da göstergesi.

TC devleti bugün kitle hareketinin görece zayıf karakterini bir fırsata dönüştürme, böylece Kürt düşmanlığı temelinde içindeki yangına bir nebze su dökme, tansiyonu düşürme  ve MHP kliği ile yola devam için bir süre daha kredi alma hedefi güdüyor görünüyor.

Türk devletinin üzerinde yükseldiği geleneksel Kürt düşmanlığı ve şovenizm söz konusu adımlar için her zaman hazır bir cephane olarak zaten duruyor. Irak Kürdistanı’na yönelik Pençe operasyonları eşliğinde, T. Kürdistanı’nın bu üç büyük iline yönelik kayyum atamalarını, Kürt halkının ulusal taleplerine, tercihlerine yönelik, seçme ve seçilme hakkı bağlamında bir darbe olarak nitelemek dışında bir seçenek yok!

AKP-MHP faşist ittifakı, onca hileye ve baskıya rağmen yine de sandıktan HDP’nin çıkmasını engelleyemediği yerde çareyi intikam almakta bu belediyelere kayyum atamakta buldu. Ne var ki Kürt halkının üzerine atmak üzere kaldırdıkları taş ayaklarının üzerine düşmüştür!

Başta kayyum atanan iller olmak üzere Kürdistan’ın pek çok yerinde verilen tepki, AKP-MHP iktidarının daha fazla teşhir olmasını getirmiştir. T. Kürdistanı’nda açığa çıkan direniş düzeyinde olmasa da Batıda da dünden daha ileride bir karşı koyuşun örgütlenmesi ve bu konudaki ısrar da gelecek açısından umut veriyor.

Faşist ittifak, Kürt halkının kazanımlarını gasp etmek adına harekete geçmişken tersinden onun ve devrimci, demokratik güçlerin; kadın özgürlük hareketinin biriktirdiği öfke ve tepkiyi tetiklemiştir. Kayyum hamlesiyle Kürtlerin, kadınların kazanımlarına (“Eşbaşkanlık mor çizgimizdir” sloganın yasaklanması da bunu anlatıyor) yönelik düşmanlığını ortaya sererken öte yandan toplumun kılcal damarlarında önemli bir sinerji biriktiren bu iki dinamiğe dokunarak onu harekete geçirmiş ve biriktirdiği sinerjinin dışa vurmasına neden olmuştur.

Emine Bulut’un vahşice katledilmesine karşı kısa sürede coğrafyamızın dört bir yanından yükselen tepkiler ve gerçekleştirilen eylemler bu alanda cins kırımı düzeyine varan tablo, biriken öfkenin de bir nedenidir!

Toparlarsak, Türk hakim sınıflarının bugün içerde ve dışarda yaşadığı ağır bir tıkanıklık, sıkışmışlık ve kriz hali, toplumsal alanda katmanlı sonuçlar yaratmaktadır. Mevcut tablonun ve biriken sinerjinin, Başkanlık Rejiminin sistem içinde re-organize edilmesiyle, devletin derin dehlizlerine mi yoksa sistem dışına mı akacağı? sorusu temel sorun olarak karşımızda durmaktadır.

Davudoğlu, Gül-Babacan cenahında yaşananlar ve derinleşen çatışma; CHP’nin 31 Mart seçimlerinde ve de İstanbul’da 23 Haziran’da elde ettiği başarıyla yakaladığı ivme ve son olarakta kayyuma karşı görece dünden farklı tavrı, sistem içinde kartların yeniden karılmakta olduğuna işaret ediyor.

Türk, Kürt uluslarından ve çeşitli milliyet ve inançlardan halkımızın demokrasi ve özgürlük adına mevzilerini korumasının ve yeni kazanımlar elde etmesinin yolu kuşkusuz düzen dışı bir muhalefetten geçiyor.

Bu bakımdan, devrimci, demokratik güçlerin Suruç katliamının yıldönümü ve bugünde kayyum darbesi döneminde ve onu takip eden 1 Eylül’de fiili direniş anlamında sergilediği birleşik duruşun sürdürülmesine ihtiyaç vardır.

Bugünkü gerçekliğimiz ölçüsünde kayyum darbesine karşı durmak ve direnişi büyütmek adına ortaya koyduğumuz anlamlı pratiğin, geniş yelpazede devrimci, demokratik ve yurtsever güçlerin en geniş kesimiyle sürdürülmesi büyük önem taşıyor!

Halkın iradesine yönelik darbeye ve kadın düşmanlığına yanıtımız fiili, meşru direniş olmalıdır!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu