GüncelMakaleler

MAKALE | İthal Et, Biat Et

Bu emperyalizmin en temek politikalarındandır, üretim kapasitesi düşürülerek ithalata zorlanmakta, bu noktalardan siyasal nüfuz alanlarını genişletmektedirler. Bu her zaman böyle olmuştur, bugün de böyle olmaktadır.

Türkiye’de ithalata dayalı ekonomi rejiminin yaratmış olduğu ağır tahribat bugün tüm iş kollarında gösterse de asıl yıkım tarım ve hayvancılık alanında yaşanıyor.

Son bir yıl içinde döviz kurlarında yaşanan dalgalanma köylünün temel üretim aracı olan tohum, gübre, ilaç, mazot, elektrik, … vb şeylere yüzde yüze varan oranlarda zamlanalar oldu.  Ekonomik krizin acı reçetesi TÜİK’in üzerinde oynanmış, şaibeli olduğu bilinen verilerinde bile artık gizlenemiyor. Tarım Ürünleri Üretici Fiyat Endeksi(Tarım-ÜFE) 2018 Şubat ayına %2,73, bir önceki yılın Şubat ayına oranla ise yüzde 25,79 arttı. Tarımsal üretim girdileri her yıl düzenli olarak artarken küçük üretici/köylü maliyet yükü altında ezilirken mahsulünü tüccara, özel şirketlere, market zincirlerine bir önceki yılın fiyatına bile satamadığından açlığa-iflasa mahkum ediliyor ya da patates örneğinde olduğu gibi büyük market zincirleri ve gıda sanayi şirketlerine “sözleşmeli üretim” yaparak kendi ata toprağında taşeron tarım işçisi olmak zorunda bırakılıyor.

TÜİK’in 15 Mart tarihli raporuna göre tarımsal üretim faaliyeti bir önceki yıla göre 2018’de yüzde 0,5 küçülmüştür. Tarım ve hayvancılıkta yaşanan daralma yüzde 0,5 olarak gösterilse de gerçekte yaşanan gerileme-daralma resmi raporların çok daha üstünde olmuştur.

2018’in son çeyreğinde(Ekim-Kasım-Aralık) gıda sanayinde yaşanan küçülme yüzde 6,7 olarak gerçekleşmiştir. Tarım dışı sektörde batık kredi oranı yüzde 4,4 iken tarım ve gıda sanayinde batık kredi yüzde 5 ile 6 aralığında olmuştur.

Büyük tarım, gıda ve hayvancılık şirketleri peş peşe konkordato ilan ederek üretimi durdurmuş ya da azaltmıştır. 2018’de traktör üretimi yüzde 34 gerilemiş, köylü yeni traktörleri tarım fuarlarında uzaktan izlemekle yetinmiştir. Ekonomide yaşanan kriz tarım üretiminde krizden çöküntüye dönüşmüştür.

TÜİK’in resmi raporlarındaki bu veriler ekonomik krizin tarımda daha belirgin(çöküntü) yaşadığını gözler önüne seriyor. Ağustos 2018’de büyük şatafatlı toplantılarla açıklanan Yeni Ekonomi Programı’nda ilan edilen kararlardan şu ana kadar hiç birinin tutturulamaması enflasyonla birlikte yaşanan ekonomide ki küçülmenin kriz olarak daha uzun bir süre devam edeceğini gösteriyor.

Tarımsal üretim faaliyetinde yaşanan sorunların niteliğinin anlaşılması için siyasi iktidarların/hükümetlerin tarım politikalarına bakmak gerekiyor. Ülke nüfusu her yıl düzenli bir şekilde artarken(Son 17 yılda nüfus %27 artmış, tarım arazileri ise %14 azalmıştır) tarım arazileri, maden ocakları, barajlar, yol, plansız kentleşme vb. nedenlerle ranta kurban edilerek yağmalanmış, geride kalan da köylünün geçimini sağlamaktan uzak olduğu için boş bırakılarak terk edilmeye başlanmıştır.

En kaba matematik denklemiyle bile arz-talep dengesinin hızlı bir şekilde bozulduğu görünebiliyor. Tarım ve hayvancılıkta yaşanan kronik sorunlar hükümette ki siyasi iktidar partilerinin ‘basiretsiz tarım politikasının’ bir sonucu değildir. Emperyalist-kapitalist mali finans sermayesinin yarı-sömürge ülkelerde uyguladığı neo-liberal serbest pazar rejiminin sonucudur. Emperyalist finans sermayesinin dünya tarımına hakimiyeti IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü’nün 1980 sonrası küreselleşme adı verilen süreçte merkezi bir politika olarak dünya genelinde uygulanmıştır. Devlet erkini hangi egemen sınıf kliği yönetirse yönetsin hepsinin görevi kendilerine çizilen sınırlar içinde o günün emperyalist kapitalist politikaları uygulamakla sınırlıdır.

 

Patates mi? Otomobil mi?

Son günlerde ithalata bağımlı olmanın yol açtığı sorunların başında hastalıklı tohumların neden olduğu(mahsulde) rekolte kayıpları gelmektedir. Patates ve soğanda hastalık nedeniyle meydana gelen rekolte kaybı ithal tohum kullanılmasında bağımsız değildir. AKP hükümeti tarafından Ekim 2006’da çıkarılan ‘tohum kanunu’ ile coğrafyamızda çokuluslu tarım ve sanayi şirketleri tohumda iç pazara hakim olmuştur.

Köylü/küçük aile işletmelerinin tarımsal üretimin ilk basamağı olarak kabul edilen tohum ve fidede emperyalist kapitalist gıda ve ilaç sanayi tekellerine ve yerli işbirlikçi tohum şirketlerine bağımlı hale gelmesi AKP iktidarının 2006’da çıkardığı tohum yasasıyla nihayete ulaşmış olsa da bu sürecin ilk ‘tohumları’ 1980’lerde Özal hükümetinin 24 Ocak ekonomi kararlarıyla atılmış, 82’de özel şirketlerin kurulması teşvik edilerek 83’te tohumda fiyat belirleme yetkisi verilmiş, 84’te ise ithal tohumun önü açılmıştır.

Süleyman Demirel hükümeti Adapazarı’nda birinci sınıf tarım arazileri üzerine fabrika-sanayi tesisleri kurulmasına onay vermiş, tarım arazileri üzerine fabrika kurulmasına karşı çıkanlara da “Patates mi, otomobil mi?” diyerek birinci sınıf tarı arazilerine sanayi tesisleri yapılmasının bedelini bugün yoksul emekçi halk mutfağının en temel besini olan patates ve soğana 6-7 Tl vererek ödüyor. Otomobilin yenilemeyen bir şey olduğu acı bir tecrübeyle öğrenildi. Emekçilerin sofrasında kırmızı etin çıkmasında pay sahibi olanlardan biri de Çiller-Karayalçın koalisyonu olmuştur. Hayvancılığın köküne kibrit suyu döken EBK, SEK, yem sanayinin özelleştirilmesinde bunların imzası vardır. Tekel, Şeker, Tarım satış kooperatifleri kanunları ise Ecevit, Bahçeli, Mesut Yılmaz’ın imzasını taşır. Liste bu şekilde uzayıp gidiyor. Uygulanan emperyalist-kapitalist politikalar, tarım ve hayvancılıkta küçük aile işletmelerinin belini bükmüş, zamanla işletmelerinin dağılmasına, üretimden çekilmesine neden olmuştur.

 

Danışman mı? Bakan mı?

“Uluslararası finans şirketleri, uluslararası örgütler, kurallar ve düzenlemelerin Türkiye’deki karar verme mekanizmaları üzerindeki etkilerinin boyutlarının ciddiyeti dikkate alındığında uluslararası tarım-sanayi şirketlerinin Türkiye’de hangi ürünlerin hangi kalite ve miktarda üretileceği üzerinde söz sahibi olacağı açıkça ortadadır.”(Çağdaş Tarım Sorunu-Zülküf Aydın, İmge Kitapevi)

Dünyanın en büyük patates üreticisi McCain Foods şirketinin danışmanı ve aynı zamanda Tarım ve Ormancılık Bakanı Bekir Pakdemir’in üreticilerin “Depolarda patates var, hasat zamanı ithalat yapmaya gerek yok” söylemine aldırış etmeden, duymazdan gelerek 200 bin ton patatesin gümrük vergisi sıfırlanarak ithalatı yapılacak” açıklaması elbette “artan patates fiyatını durdurmak” için değil.

Adana ve Ödemiş’te patates hasadı başlıyorken küçük üretici/köylünün ilk hasattan para kazanacağı bir zamanda gümrük vergisinin 20 Nisan’a kadar sıfırlanarak yapılacak ithalat kimin kasasını dolduracak? Cevabı basit, emperyalist gıda tekellerinin ve bir avuç komprador burjuvazinin. AKP iktidarının sıklıkla başvurduğu bir yöntem olan ‘hasadı başlayan ürünün’ ithalatı tarımın tasfiye edilmesinde önemli bir rol oynamaktadır.

Tarım Bakanlığı patateste küf ve mantar hastalığı var diyerek 25 ilde 125 bin hektarlık bir alanda patates ekimini yasakladı. Büyük market zincirleri Türkiye’nin patates ambarları olarak bilinen Niğde ve Aksaray’da küçük üreticinin elinden patatesi ucuza satın alarak depolarına kaldırdı. Patates ithalatı yapılacak haberiyle birlikte market zincirleri patates satışını ya durdurdu ya da en az seviyeye çekerek ürünü depolarda bekletiyor. Soğan fiyatlarını düşürmek için, küçük işletme depolarını basan siyasi iktidar partisi tanzim satışlarına rağmen kilosu 7 TL’ye dayanan patates için ‘depo basmak’ aklına bile gelmiyor. Çünkü ücretli McCain Foods çalışanı bir bakan çalıştığı yeri basamaz.

2018 yılında Türkiye 247 bin 522 bin ton patatesi kilosu 45 ile 63 kuruştan ihraç ederken şimdi kilosu 3 liradan 200 bin ton patates ithal edecek. Hasat zamanı, patates fiyatlarını ucuzlatmak için ithalat yatığını iddia eden siyasi iktidar köylü mahsulünü ucuza-yok pahasına özel şirketlere satsın diye aleni bir oyun oynuyor. Amaç küçük üreticinin iflasa sürüklenmesi, zararına satış yaparak bir sonraki yıl tarımsal üretimden çekilmesini sağlamaktan başka bir şey değil.

Tarım, hayvancılık ve tohum alanında uygulanan politikalar Türkiye gibi üretim potansiyeli çok yüksek bir ülkenin nasıl tekelci şirketlerin at oynattığı, yüksek karları için üretemez, sadece satın alır konuma getirildiğini göstermektedir. ‘Yerli ve Milli Tarım’ projesi adı altında halka sunulanın, tamamen bağımlılık ilişkilerinin boyutlandırılmasından başka bir şey olmadığı bu noktalara bakılarak görülecektir.

İthalat fiyatlar düşsün diye değil, üretim kapasitesi daha fazla düşsün diye yapılmaktadır. Bu emperyalizmin en temek politikalarındandır, üretim kapasitesi düşürülerek ithalata zorlanmakta, bu noktalardan siyasal nüfuz alanlarını genişletmektedirler.

Bu her zaman böyle olmuştur, bugün de böyle olmaktadır. Döngüyü ancak Demokratik Halk Devrimi ile kırmak mümkündür, aksi halde sömürü ve zulüm çarkı dönmeye devam edecek, ithal ederek daha fazla biat etme durumu gelişecektir.

 

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu