GüncelMakaleler

“Geçen 48 Yıl! Yükseklere Çektiğimiz Kızıl Bayrağı Dalgalandırmaya Devam Edeceğiz!”

Proletarya Partisi MK SB tarafından 49. kuruluş yıl dönümünde bir açıklama yapılarak, "Partimiz işçi sınıfına ve halka verdiği sözün arkasındadır" denildi.

Proletarya Partisi MK SB tarafından 49. kuruluş yıl dönümünde bir açıklama yapılarak, “Partimiz işçi sınıfına ve halka verdiği sözün arkasındadır. Yükseklere çektiğimiz kızıl bayrağı dalgalandırmaya devam etmektedir ve kurtuluşumuzun tek yolunun faşizmin yıkılmasından, özgürlüğümüzün tek güç kaynağının mücadelenin yükseltilmesinden geçtiğinin bilincindedir” şeklinde vurgular yapıldı.

tkpml.com isimli sitede yer alan  haberde TKP-ML MK SB,  “Önder yoldaşımız İbrahim Kaypakkaya’nın “Şimdi biz, herkesin gözü önünde yükseklere bir bayrak çekiyoruz” diyerek başlattığı yürüyüşümüz, başarı ve aynı zamanda başarısızlıklarımızla, azimle ve fakat kimi yetmezliklerimizle ama ille de -ayağımıza takılan taşlara rağmen- iktidar hedefine kilitlenmiş bir şekilde sürüyor” sözleriyle açıklamasına başladı.

Açıklamada, “Bunun en önemli kanıtı 24 Nisan 1972 tarihinde Türkiye proletaryasının öncü ve önder partisi olarak mütevazi bir güçle kurulan partimizin, o tarihten itibaren mücadelesinden taviz vermemesidir. Bu kanıt, soyut değil, tarihin her sayfasına yazılan mücadelemizle birlikte somuttur; tüm çelişkileri içinde barındırması ve bu çelişkilerin “ileriyi”, “esas yönü” temsil etmesiyle de gayet diyalektiktir. Ve yeni bir mücadele yılına girerken de yürüyüşümüz tavizsiz bir şekilde sürmektedir.

Partimizin kuruluş tarihi aynı zamanda 24 Nisan 1915 Ermeni Soykırımı’nın yıldönümüne karşılık gelir. Bu bir tesadüf değildir. Bilinmektedir ki partimiz, İbrahim Kaypakkaya yoldaş önderliğinde kurulurken, bu topraklarda Ermeni Soykırımı başta olmak üzere, Kemalizm, Kürt Ulusal Sorunu gibi pek çok meselede, daha önce devrimci ve komünist hareket açısından tabu olan konulara yönelik MLM tezler ileri sürmüştür. Bu anlamıyla partimizin kuruluşu, Türk, Kürt uluslarından, çeşitli milliyet ve inançlardan halkımız açısından tarihsel bir dönüm noktası olmuştur” şeklinde devam etti.

Yapılan açıklamada, Proletarya Partisi’nin kuruluşunun böylesi bir tarihsel yıldönümüne karşılık gelmesi, içinde doğduğu toprakların sınıf mücadelesinden, kitlelerin mücadelesinden bağımsız olmadığının göstergesi olduğu vurgulanarak, “Nitekim partimiz Mustafa Suphi yoldaş sonrası Kemalist faşizm tarafından Karadeniz’in soğuk sularına gömülmek istenen komünist fikirleri, aradan geçen yarım asırlık bir sürenin sonrasında başta işçi sınıfı olmak üzere, köylülüğün, gençliğin, kadınların kitle mücadeleleri içinde yeniden filizlendirdi.

Bir yandan böylesi bir tarihsel gerçekliğin üzerinde yükselirken, diğer yandan da acıların umutlara, yenilgilerin zaferlere, ölümlerin yeniden doğumlara dönüşmesinin diyalektiğine dayandı” şeklindeki sözlerle devam edildi.

“Burjuvazi ve temsilcilerine saraylar, halka yoksulluk ve ölüm!”

Yapılan açıklamada, Partilerinin yeni mücadele yılını, emperyalist-kapitalist sistemin dünya halklarına savaş, açlık, yoksulluk, işgaller, katliam, göç yolları vb. araçlarla saldırıları sürerken diğer yandan tüm dünya halklarının büyük ve yeni bir tehditle karşı karşıya kaldığı bir süreçte karşınlandığını belirtilerek, “Bugün Covid-19 salgını, genel olarak tüm insanlığı ama esasta ve gerçekte kendi kaderine terk edilen ezilen emekçi halkları tehdit etmektedir” denildi.

Açıklamada, “Gözle görülemeyecek kadar küçük bir organizma, bugün emperyalist-kapitalist sistemin çürümüşlüğünü ve rezilliğini, sınıflar arasındaki uçurumu ve çelişkinin derinliğini herkesin gözüne sokmuştur. Ve elbette bu sömürü sisteminin en önemli üst yapı örgütü olan devletlerin kimlerin devleti olduğunu da…

Örneğin virüs salgını nedeniyle son birkaç aydır ülkemizde yaşananlar, hakim sınıfların ve onların devletinin başta işçi sınıfına yönelik saldırı politikaları olmak üzere tüm ezilenlere karşı halk düşmanı yüzünü bir kez daha göstermiştir. Türk hakim sınıflarının salgına yönelik aldıklarını iddia ettikleri bütün önlemler ve uygulamaya koydukları politikalar sadece salgının işçi sınıfı ve emekçi halk içinde hızla yayılmasına hizmet etmiştir.

Hakim sınıflar bir yandan “evde kal” çağrıları yaparken, diğer yandan “üretimin ve ihracatın sürmesi gerektiğini” açıklayarak, işçi sınıfını ve emekçileri çalışmaya zorlamaktadırlar. Bu durum emekçi kitleleri salgın ile açlık-sefalet-ölüm arasında bırakmış durumdadır” denildi.

Açıklamanın devamında, emekçi halkın, devletin bu yüzünü önemli oranda görmesi elbette devrimin çıkarınadır, ancak alternatifinin yaratılmadığı her süreç, yine ezilenlerin aleyhine dönme eğilimi taşıyacağı belirtilerek, faşist Kemalist TC devleti de her türlü gündemi (Allah’ın bir lütfu olarak) kendi lehine kullanabilme yetisini bu süreçte de kullanmaya çalışmakta olduğu vurgusu yapıldı.

“AKP-MHP iktidarı, virüs salgınının yayılım hızını yavaşlatmak, halka yönelik tedbirler almak yerine (ki elbette bizim böyle bir beklentimiz bulunmamaktadır) durumdan vazife çıkartarak patronların ekonomik kayıplarını halkın cebinden çaldığı paralarla telafi etmeye; salgın öncesinde özellikle de yerel seçimler sonrasında giderek kaybettiği kontrolü devleti her şekilde tahkim ederek kendi elinde merkezileştirmeye; belli zayıflıklarına rağmen toplumsal muhalefetin karşı çıktığı yeni infaz yasası düzenlemelerini yaşama geçirmeye; hazır herkesin gündemi “hayatta kalma çabası” iken Suriye Kürdistanı’ndaki işgalini sağlamlaştırmaya; kayyum darbesini devam ettirerek Kürt halkına yeni acılar yaşatmaya; kadınların mücadelesi sonucu elde ettiği kazanımları birer birer gasp etmeye, hapishanelerdeki çete, mafya, tecavüzcü, kadın katili, çocuk istismarcısı güruhu dışarı salarak, buraları politik tutsaklar için ölüm evlerine çevirmeye; “virüse karşı önlem” adı altında halkın dayanışmasına ket vurmaya çalışıyor.” denildi.

Açıklamada, “Salgınla birlikte işçi sınıfı ve emekçi halkımıza dayatılan bu uygulamalar, emperyalist kapitalist sistemin ve ona göbekten bağımlı Türk hakim sınıflarının aşırı sömürü ve kâr hırsının bir parçasıdır. Tıpkı salgının kendisinin de doğrudan bu sistemin bir sonucu olması gerçekliği gibi. Herkes farklı teorilerle de olsa kabul etmektedir ki, salgın ve salgın karşısındaki tutum bir neden değil, sonuçtur” denildi.

Açıklamanın devamında,

“Emperyalist-kapitalist sistemin ve onun “küreselleşme”, neo-liberalizm gibi insan yaşamını, doğayı, ekolojik dengeyi, canlıları hiçe sayan politikalarının sonucudur. Nitekim partimiz 1. Kongre’sinde ilan ettiği programının 28. maddesinde “Emperyalist-kapitalist sistemin aşırı kâr hırsına dayalı yapısı, Türkiye komprador kapitalizmiyle birlikte ekoloji sorunu olarak tanımlayacağımız doğa ve çevre katliamına yol açmaktadır.

Sömürü ve yağma politikaları, ekolojik tahribata yol açmakta, bunun sonucunda coğrafyamız yaşanmaz hale getirilmektedir. Bu durum gerek şehirlerde ve gerekse de kırsal alanlarda doğa ve çevrenin talanına, ekolojik dengenin bozulmasına yönelik geniş ve yaygın tepkilerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu mücadele ülkemizdeki demokrasi mücadelesinin önemli bileşenlerinden biri haline gelmiş bulunmaktadır” belirlemesiyle bu gerçekliğe işaret ederek, başlıca çelişmelerin arasına “sistemle ekolojik sistem arasındaki çelişme”yi eklemiştir.

COVİD-19’un kapitalizmin laboratuvarlarında mı üretildiği, Çin’e karşı biyolojik savaşın bir parçası mı olduğu vb. senaryolardan öte gerçeklik bu sistemin ekosisteme, tüm canlılara, insan yaşamına, emekçilere, kadınlara, LGBTİ+lara, gençlere düşman olmasıdır.

Gerçeklik, tüm halk kitlelerinin ortak mücadeleyi örgütleyerek, Partimizin öncülüğünde yürüteceği savaşla bu adaletsiz, bu sömürücü, bu halk düşmanı sistemi yerle bir ederek halkın iktidarının kurulmasının ne kadar önemli ve acil bir ihtiyaç olduğudur.

Bugün çelişkiler şiddetlenmiş, korku, şüphe, öfke ve kaygı kitleler içinde yer edinmiştir. Halkın çok önemli bir kesimi devletin açıklamalarına inanmamakta, aldığı tedbirlerin kendi yararına olduğunu düşünmemektedir. Dolayısıyla Türk hakim sınıfları, zaten derin bir ekonomik krizle boğuşurken salgınla ortaya serildiği gibi bir politik krizin, bir yönetememe krizinin içindedirler. Diğer yandan bu kriz hali, hakim sınıf klikleri arasında çelişkileri de keskinleştirmiş ve aralarındaki dalaş daha bir görünür olmuştur.

Ancak önemli olan tüm bu gerçekliği tahlil ettikten sonra, “Ne Yapmalı?” sorusuna vereceğimiz yanıttır. Partimiz bu koşullar altında yeni bir mücadele yılına girerken, mevcut koşullarda yürütülecek mücadele araçları üzerinde yoğunlaşmakta, kitlelerle “fiziki mesafe”ye rağmen kurduğu ilişkilerle, silahlı mücadeleyi bir an olsun gündeminden çıkarmayarak adımlarını ileriye doğru atmaktadır” denildi.

“Özgürlüğümüzün tek güç kaynağının mücadelenin yükseltilmesinden geçtiğinin bilincindedir”

Açıklamanın sonunda, “Partimiz işçi sınıfına ve halka verdiği sözün arkasındadır. Yükseklere çektiğimiz kızıl bayrağı dalgalandırmaya devam etmektedir ve kurtuluşumuzun tek yolunun faşizmin yıkılmasından, özgürlüğümüzün tek güç kaynağının mücadelenin yükseltilmesinden geçtiğinin bilincindedir.

İşçi sınıfına ve halkımıza dayatılan kölece yaşam koşullarına, açlığa, yoksulluğa, sefalete, ölüme; kadınlara ve LGBTİ+lara yönelik katliamlara; doğa ve çevreye yönelik talana, ulusal ve inançsal her türden baskıya karşı Yeni Demokratik Devrim’den başka alternatifimiz; örgütlenmek ve mücadele etmekten başka yolumuz yoktur” şeklinde sona erdi.

Kaynak: tkpml.com

 

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu