MakalelerPusula

Devrimci yaşam üzerine

Özel mülkiyet dünyasında “İnsan, insan olarak yoksullaşır” der Karl Marks. Bu kapsamda değerlendirdiğimizde devrimci yaşam özel mülkiyet sistemine karşı bir alternatiftir. İki tür yaşam vardır; burjuva yaşam ve proleter devrimci yaşam. Küçük burjuvazinin yaşam tarzı ise; içinde devrimci öğeler taşısa da öz olarak hizmet ettiği yer özel mülkiyet sistemidir. Fakat küçük burjuvazinin ikili bir karakteri vardır. Bir elini proleter devrimci saflara uzatırken diğer eli ile özel mülkiyet sistemini sıkı bir şekilde tutar.

Burjuva yaşam (küçük burjuva yaşam dahil) özel mülkiyet sistemi ile kurduğumuz ilişkinin bizdeki cisimleşmiş biçimidir. Burjuvazinin sunduğu yaşam tarzının tek bir biçimi yoktur. Binlerce biçimi, görüngüsü vardır. Fakat hedefi tektir. Kendisine bağlamak, kendi sınırları içinde tutmak, kendi sömürü sistemini bireyin-toplumun düşüncesinde mutlaklaştırmaktır. Bunu, birçok aracı devreye sokarak yapar. Esas olarak da tüketimi ve lüksü bireyin yaşam tarzı haline getirerek…

Özel mülkiyet dünyası bireye bireysel “kurtuluş” yolları gösterir. Bunu da rekabeti, bencilliği kendisi ile aynı “kaderi” paylaşanları ezme, yok etme bilincini vererek; bireyi kendi kendinin nesnesi haline getirerek yapar. Devrimci yaşam, burjuva yaşamın zıttı/reddidir. İnsana, gerçek ve tam değeri devrimci yaşam sunar.

Devrimci saflardaki bir birey, içinde yaşadığı toplumu değiştirmekle yükümlüdür. Toplumu değiştirmek kolay değildir. Mücadelenin sayısız muharebeleri, döngüleri içerisinde med cezirleri olacaktır. Fakat muharebe dediğimiz yerde örgütten bahsetmek gerekiyor. Bireyi mücadele içerisinde anlamlı kılan örgüttür. Bunlar genel doğrularımızdır. Ama saflarımızda devrimcileşme, örgüt ve mücadeleye bakış açısından bazı sıkıntılar yaşadığımız da bir gerçektir.

Her militan öncelikle kendisine şu soruyu sormalıdır. Doğru olanla yaşamak ne demektir? Mücadele içinde sistemle yürüttüğümüz mücadele ile kendimizle yürüttüğümüz mücadele arasında bir fark var mıdır ya da kendimizle mücadelemizin çapı ne kadardır? Kendimizle hangi temelde mücadele ediyoruz? Bu sorulara verdiğimiz yanıtlar mücadele ile gerçekliğimiz arasındaki bulunduğumuz yer noktasında bizi doğru koordinatlara ulaştırır.

Devrimci saflara katılmak ilk adımdır. Bir bütün devrimci dönüşüm bu ilk adımın sistemli ve sürekli bir şekilde ileriye taşınması ile olacaktır. Süreklileştirme dediğimiz şey mücadelenin ta kendisidir.

Sınıf mücadelesinde iki düşman tanırız. Birincisi özel mülkiyet sisteminin oluşturduğu toplumsal yapı, diğeri ise bu sistemden edinilmiş düşünceler, alışkanlıklar, kişilik yapımız vb.’dir. O zaman kendimizin devrimcileşmesi noktasında verdiğimiz mücadele de düşmana verdiğimiz mücadele kadar amansız ve keskin olmalıdır.

Ostrovski “Trajedi mücadele durduğu zaman başlar” der. Trajedi mücadelenin dışına çıkmaktır. Tekrar özel mülkiyet sisteminin bir dişlisi haline gelmektir. Mücadele durmamalıdır. Devrimci saflara katıldığımız andan itibaren kullandığımız dil, kavram, olay ve olguları değerlendirme biçimimizi değiştirmeliyiz. Yani devrimcileştirmeliyiz. Bireysel temeldeki dünyadan çıkıp kolektif, ortakça bir dünyayı yaşamımızın merkezine koymalıyız. Kolektivizm örgüttür… Ortakça örgütlü yaşamaktır… Örgütlü yaşam; duyguda, düşüncede ve hedeflerde ortaklaşmaktır.

Kolektivizmin temelinde ne vardır? Kolektivizmin temelinde görevler vardır. Partisinin devrimci militana yüklediği görevleri yerine getirdiği zaman birey kolektifin bir parçası haline gelir. Peki görev nedir? Soyut bir olgu mudur? Hayır… Görev, öncelikle devrimcileşmektir, partilileşmektir. Devrimin görevlerini zamanında yerine getirmektir. Peki birey kimdir? Birey partinin ta kendisidir.

Birey ve parti diye iki ayrı olgu yoktur. Parti bireyde somutlaşır, cisimleşir, yaşam bulur. Böyle bakmalı, böyle düşünmeli, böyle hareket etmeli, hedeflerimize bu şekilde yürümeliyiz. Bunu yapabildiğimiz oranda devrim uzak bir ütopya olmaktan çıkıp, anı anına yaşadığımız, hissettiğimiz bir olguya dönüşecektir. Devrimci yaşam budur!

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu